Geceden tellendirdiğim cigaranın ağzımda bırakan tadı, alkolün başımda bıraktığı ağrı ile uyandım. Sabah saat 8, hava ise Ankara için bile soğuktu. Bugün benim için yoğun bir gün olacak, Ankara'da hiç gitmediğim bir yere gidecektim. Gece kar yağmış, hava "it bağlasan durmaz" denecek kadar soğuktu.


Sıcak memleketten gelmiştim Ankara'ya, hazırlıklı idim, kat kat giyinmeden çıkmazdım evden. Evde oturduğum gün olmazdı, sabahları çıkar, gece geç saatlerde gelirdim. Günlerim insanlar ile buluşmak, sohbet etmek, eylemlere gitmek ile geçerdi. Yani halkın coşkun akan seline bir damla ekleme uğraşı, çabası ve mücadelesi ile geçerdi günlerim.


Bugün de onlardan biriydi, hem de en zorlusundan... Ankara'ya geleli 3 yıl olmuş, hayat temposuna alışmış, soğuklar ile baş edebilecek -o güne dek öyle düşünürdüm- potansiyeldeydim.


Sanırım son bir yıldır Ankara'yı sevmeye başladım da diyebilirim. 90'lardan kalma bar kültürü, bir o kadar geniş, bir o kadar da insansız görmediğim sokakları... Beyaz yakalıların mavi yakalılar ile kardeş olduğu zamanlardı. Gri bir şehirdi Ankara, insana ne sıcak ne soğuk davranırdı. Hep sevdiğiniz ve nefret ettiğiniz şeyler bulursunuz onda. 1 yıl geçirdikten sonra eksik etmezsiniz çantanızdan ceketinizi, güvenmezsiniz Ankara'nın gülen yüzüne; o, hem ağlar hem güler. Bir yandan çantamı hazırlıyor, bir yandan bir şeyler -şu anki aklım olsa çok yerdim- yiyordum. Memleketten gelen kuru üzümlerden bir avuç montumun iç cebine koymayı unutmazdım, zor zamanlarda kurtarıcım olurdu. Çantamı hazırlamış, karnımı doyurmuştum.


Ay sonunu zor getiriyor, beslenmem dahi sağlıklı bir hal almıyordu. Karnımı tam doyuramadığımdan bot almaya fırsat olmamıştı. Geçen yaz aldığım mavi bir emektar ayakkabım vardı, ondan tek isteğim bu kışı bana atlatmasıydı. O da bunun farkında olacak, elinden gelenin en iyisini yapıyordu. Kendisi ile 16 saat yolculuk ettiğimiz zamanlar olurdu, yorulurdu ama yorgunluğunu dışa vurmaz, koku yapmazdı.

Apartmandan çıkarken beni uyarmayı da unutmadı, geceden kalma karın buzlandığını görmemiştim ve kapıdan çıkar çıkmaz ayağım kaymıştı. Dikkat etmem gerektiğini anlamıştım. Sakın sakin yoluma koyulmaya başladım, otobüse bindim önce, beklenmedik bir kalabalık vardı, iş saati değil, gezmek için de hava koşulları uygun değildi. Beni dışarıya çıkaran nedenlerden insanlarda da var diye düşündüm. Kısa sürdü otobüs yolculuğum, inip metroya bindim. Etimesgut'a gidiyordum, 19 tane durak vardı geçmem gereken. En son bu kadar uzun yolu 2 sene önce Sincan Cezaevi’ne giderken tepmiştim.