Gizli kent...

Bazı istisnalar dışında çoğunluğu 1990lardan kalma bir kent, insanların ise tamamı 90lar kafasında. Burada her şey arabesk, çocuklar babalarının hayallerini gerçekleştirmekle mükellef olduğu için herkesin arabeskinin temelinde bir gecikmişlik ya da kaçırmışlık söz konusu. Çoğunluğu öfkeli fakat bunu normal bir halet-i ruhiye olarak algıladıkları için kimse öfke temelli medeniyetsiz tavırlardan şikayetçi değil hatta kimin öfkesi ve medeniyetsizliği fazla ise onun haklı çıktığı adalet duygusunun temellerinin kırılmış bir fay hattı gibi yarılmış olduğu kanısındayım. Bu yüzden devlet otoritesi burada bir korku unsuru olmaktan öteye gidemiyor çünkü aksi takdirde saygı duyulmuyor. Ankara'nın batısında insanlar 90ları romantize ederek eğlence amaçlı tekrar canlandırıyorlarken; burada 90ların o sert ve problemli havasını ciğerlerinize doldurabiliyorsunuz. Bu da sizi dayanılmaz bir yalnızlığa sevk ediyor. Göğüsünüzün ortasında belirli belirsiz bir ur ile baş başa bırakan bu kömür kokulu Ortadoğu şehrinde dünyaya gelmiş olmanın ve burayı genç yaşlarda terk ettikten sonra geri dönmek mecburiyetinde kalmanın sebeplerini düşünürken; buradan gitmenin mi yoksa geri dönmenin mi kaderimin bana bir cezası olduğunu anlamaya çalışmak beni bir süre çok yordu. Eğer gitmeseydim başka bir dünyanın mümkün olduğu gerçeği ile yüzleşmeyecektim, eğer dönmeseydim buradan sadece uzak kaldığım için bile mutlu olacaktım. Neyse ki bir önemi yok çünkü buradayım, nefes alıyorum ve şiir okuyorum... Şiir demişken; buradaki insanların edebi ve sanatsal gelişmişliği Ankara'nın batısındakilere nazaran daha üst düzey. Fakat biraz yerel ve fazla düşünülmemiş çünkü sanat üretimi için yeterli vakte ve nakte sahip değiller. Bu söz konusu bahsin tarihsel kanıtı ise; "Ankara'nın batısında çok fazla aşık ya da aşık geleneği izlerinin bulunamamış olması" diyebiliriz. İslam kültürü ile beraber ise heykel ve resim gibi sanatlardan daha çok, sözlü ve ezgili edebiyat gelişmiş. Edebiyat ile ilişkili olarak ise; kadın-erkek ilişkileri daha örtülü. Daha yüksek ahlaki değerlere sahip değiller, sadece burada "elalem" olarak adlandırılan kesime daha fazla kulak verildiği için birtakım şeyler gizli tutulmaya çalışılıyor. Bu da üretilen edebiyata ve yaşam tarzına elbette ki tesir ediyor. Arkadaşlık ve akrabalık ilişkileri daha sıkı sıkıya çünkü etrafta çok fazla meşgul olunacak bir şey olmadığı için insanlar çoğunlukla birbirleriyle meşgul. Bu sıkı sıkıya birbirine bağlılığın yanı sıra insanların gaddarlık yönlerinin daha belirgin olmasının temel sebebi ise kalabalık ailelere sahip olmaları ve eğitim seviyesinin düşük olması söylenebilir. Kalabalık olmanın, olma ihtiyacı duymanın temelinde ise elbette ki tarım kültürü yatmaktadır. İnsanlar kırsal kesimde beden gücüne daha çok ihtiyaç duydukları için çok "erkek" kardeşli bir yapıya bürünmüşlerdir. Bunun bir avantajı tarım işlerinde çok adamın kolaylık sağlaması diğer avantajı ise otorite sahibi olmalarına yardımcı olmaları çünkü ölecek adamı çok olanlar, çok daha güçlü olurlar. Türkiye tarım ekonomisine dayalı olarak kurulmuş olup 80lerden sonra ise tarım üretimi yerini bir tüketin toplumuna anı bir şekilde bırakmıştır. Buna ani geçiş yaptıkları için tabii ki 80 sonrası kuşaklar bu ani geçişe ayak uyduramamışlar ve ülke ekonomisinin temeli hizmet sektörüne kayarken; insanların zihinleri ve kültürleri tarım toplumunda kalmıştır. Bununla birlikte Ankara'nın doğusunda kurulan "yeni" kentler ne yazık ki; kocaman birer köy olmaktan öteye geçememişlerdir.