Şaha sorup kestim damar,

Aktı bitti mavi keder, 

Ne gök yorar artık ne de kader, 

Derdim değilmiş yıldız,derdim değilmiş seher. 




Ben artık beni izler oldum, 

Kendi kentinde gezer oldum, 

Korktukça içimi kazıp durdum, 

Gördüm ki göçen anlamdan değil. 




Bak tomurcuk yorulmayıp patlıyor, 

Yer hiç durmadan dönüyor, 

Zaman perdesi kapalı ifrit, 

Bu her "şey" de izinsiz hadle büyüyor. 




Tutamadan kopacak işte bir kap et, 

Arda kalacak anlam,arda kalacak niyet,

Ben 'çarpmaktan yorulunca dirileni' ararım,

Çürüyen, batan, duran ya da eksilen yalnızca bir heyet.




Bilmem kaç başta döndü işte böyle kaç savaş,

Hepsi bir yoldu,bin bir dallı ve canhıraş, 

Ne oldu da yığıldı, civelekler oldu loş?

Bu yazan, gören, hayat kaynayan bedenler nasıl şimdi taş?




Kim anlar peki bu kahve toprak dilleri?

Kim bulur saklıyı, kim tanır ebeyi?

Kim çözer şimdi sırrı,ilmi, geceyi?

Bilmem kaç kat göğün ardında ki bilmeceyi?




Koşa koşa 'yol' olacaksın diyor sual belli,

Görmek, duymak yetmeyecek sana,

Anlamak işine körlük, sağırlık sindi.

Yanıta hamallık yapmak belirsizliğe en büyük çelmeydi bildim.

Meğer anlam eti kesip kanayınca da tam kavradım ki,


'Yaşamak' bu parıl parıl kutuya zaten ölümüyle beraber indi.