“Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar.” Albert Camus’nün bu sözü aylardır zihnimi meşgul eden en büyük düşünce. Şu sıralar özellikle zihnimin içinde bana üsten üstten bakan ve kendi farkındalığıma karşı verdiğim duyarsızlık oyunlarını yavru bir kediyi izler gibi izleyen bir düşünce, bir kavrayış. Kendime karşı iyi hissetmiyorum, ama kötüde değil. Bu söz intiharı teşvik etmiyor, felsefesi bunu içermiyor. Benim için de öyle. Yalnızca absürdizm sadece. Sanırım gittikçe bir şeyi daha net kavrıyorum; insanın en büyük laneti ve zekasının belirli bir mertebeye erişmiş olmasının bir yan etkisi olarak ulaştığı şey “Anlam”. Anlamak, kavramak ve nihayetinde her şeye ve kendisine karşı “neden?” sorusunu sormak. Her şeyi tanımlamaya çabalıyoruz. Bunun için geliştirilip irdelenmiş dillere sahibiz; kelimeler ve anlamlara tutarlı bir şekilde yaklaşabilmelerini arzu ettiğimiz sözcükler. Yaşamın bir anlamı yok. Anlamlar, bizim onları kavramayı istediğimiz biçimde bile yok. Çünkü anlam denen şeyi biz var ediyoruz. Bu bir lanet. Varoluşu bu biçimlerde kavrama gayretimiz ve yöntemlerimizin her biri bebek mamasına benziyor. Nasıl ki bebeklere normalde öğütemeyecekleri besinleri ufalayıp, ezip yedirirler, işte bizde tıpkı bu şekilde yaşamı, kendimizi, varoluşu kavramaya çalışıyoruz. Gördüklerimiz, algıladıklarımız, kavradıklarımız, bu evren, izahat gayretinde bulunduklarımız, hepsi bebek mamaları. Sisifos’un kaderinin, varoluşun karşısında bir beyhudelik halinde açığa çıkan yaşamın anlamsızlığı ile, var olmamanın kendisi absürt. Her ikisi birden absürt. Mutlu bir mutsuzum ben. Tıpkı Tezer Özlü’nün söylediği gibi: “Bir yüksekliğin, bir başıma durduğum bir yüksekliğin en ucundayım. İnemiyorum. Yaşayamıyorum. Ölemiyorum.” Yaşamın bir anlamının olmadığı söylemini ortaya koyarken bile kendim için bir anlam inşa ediyorum. Hepimize üstten üstten bakan birisi var. Bir farkındalığa karşı duyarsızlık gösterme çabasıyla içinde dolandığımız bir meşgale bu hayat. Şehirler, toplumlar, iş güç, sanat, hepsi. Üzeri tümüyle bir muallaklık kaplı olan, ardı bilinmeyen ve onu nihayet olarak bildiğimiz o şeyin farkındalığı. Hâlâ zavallı bir köpek gibi beyhudelik çöplüğünün içinde öğütebileceğim “anlamlar” arıyorum. Bütünüyle, yalnızca kavrayan ve yorumlayan bir varlık olarak durup baktığım zaman bu yaşamak, bu anlamak bir çılgınlık.