Temmuz elindeki boş sayfayı buruşturup cebine koydu, ani bir hareketle kapının arkasındaki ceketini aldı, sıkı bir hamleyle kapının kolunu aşağı doğru çekti, kapıdan çıkarken gözlerini kapadı, kendini sokaklara bıraktı, ilk defa içindeki o labirenti birine anlatmak istiyordu, artık dayanamıyordu, kendi düşüncelerinin altında eziliyordu.

O yoktu ve Temmuz onunla birlikte yok olmuştu, kaç gece bileklerini kesmek istemiş yahut kendini bir balkondan mutluluğa bırakmak istemişse de hep onun son sözleri aklına gelmişti.

— Sen yaşa Temmuz, sakın ölme!


Temmuz kendini bir mezarın içinde gibi hissediyordu. İnsanlığa inanmıyordu bu yüzden kimseyle bir bağ kurmuyor, sadece işten eve gelip gidiyordu. Yanında çalışanlar onun sessizliğiyle ve soğukluğuyla yabani diye dalga geçiyordu. Temmuz bu gece bu yabani derisinden kurtulmak istiyordu ve bir avcı gibi anlamak için avını arıyordu. Caddelerin ıssız ara sokaklarına sapınca bir, iki sarhoşa denk geldi ama onlar dinlemeyecek kadar kafaları meşguldü. Caddeye inen dar bir sokağa doğru yolunu değiştirdi, sokak yalnız bir kişinin geçebileceği kadardı. Aniden Temmuz diye bir ses duyar gibi oldu, ürpermiş bir şekilde arkasına baktı ama kimse yoktu, elleriyle başını sıktı, “Artık oyun oynamanı istemiyorum.” diyerek bağırdı Temmuz.

— Sus artık ne istiyorsun benden?

— Canın acıyor Temmuz! Neden saklıyorsun, korkuyorsun?

— Sessiz ol lütfen, sessiz ol!

— Ölmek istiyorsun Temmuz ama ölmeyeceksin sen ölümsüzlükle lanetlendin.


Temmuz dizlerini yere koydu.

— Ben ölmek istiyorum, insanlığın arasında yok oluyorum. O yok, gitti ve ben her anımı onu hatırlamakla geçiriyorum, gözlerimi yumduğum an onun düşlerini görüyorum, adını duyunca kalbim sanki bir ateşin içinde kor oluyor.

— Temmuz o elmayı sen de ısırdın.

— Ve bedelini ödüyorum, ben dünyaya gönderilmekle cezalandırılmadım, ben onsuzlukla cezalandırıldım ve elmanın tadı hâlâ damaklarımda. Haha İsa’yı bulduğum an onu tekrar hayata döndüreceğim ve sen sonsuza kadar susacaksın haha!


Temmuz ayağa kalktı, hızlı adımlarla sahile indi, gözü birden bankta oturan kıza takıldı ve kız elindeki jileti bileğinin üstünde dans ettiriyordu. Temmuz’un ağzı sulandı, ölüm onun için açlık gibiydi ve ölüme doymak istiyordu ve bu açlık yalnız kendi ölümüneydi, başkaları yaşamalıydı, yavaş yavaş kızın yanına gitti, o an aklından bir şarkıyı hafifçe mırıldanıyordu.

''But I would walk 500 miles and I would walk 500 more''

Kızın yanına geldi utangaç bir sesle,

— Eğer ölmeye biraz mola verirseniz size anlatmam gereken bir hikâye var dedi.

Kız şaşkın bir ifadeyle hemen jileti cebine koydu.

— Anlamadım, ne hikâyesi?

Temmuz konuşurken ses tonuna dikkat ediyordu. Kendinden emin bir ifadeyle,

“Benim hikâyem Temmuz’un hikâyesi” dedi.