Anlamaya çalışmayı bıraktım insanları,

Tanrılarıda 

Savruluyorum uzayda başı boş gezen dev kütleli gezegenler gibi

Damarlarımın içinde dolaşan kanımla

Yetersiz maskülen sesim 

Kavruk esmer kuru derim…


Dinlemeyi bıraktım sesleri

Kaygılarıda 


Beynimin içinde kör kasap bıçaklarının kesip yağlı kağıtlara doladığı 1.5 kg kemiksiz pişmanlık


İçim sonu gelmez müdafaalar 

Dışım soğuk umursamazlık 


Anlamaya çalışmayı bıraktım 

Kendimi 

Tanrılarıda 


Nereye uzanabilirim 

Başımı hangi taşın dibine,

Bu sevilmeyen kuru bedeni hangi kovuğun içine yatırabilirim .


Ölmeden bu havada asılı , her nefeste ciğerlerimi yakan nefretten sıyırılıp nasıl soluklanabilirim.

Bu savaş bu ağıtlar bu telaş bu karmaşa 

Açıklamaya yetecek kadar içinde kalamıyorum hiçbir anın 


Yıldızlar dönüyor kıllı kalın göğsümün üstünde

Artık ışıklarını göremiyorum renklerin 


Yaş almanın ızdıraplı laneti bu

Üzgünken  ağlayamıyorum


Masamın üstünde yarısı yenmiş yeşil elma

Bayatlamış ılık su

Terliyor duvarları odamın 

 

Şarkıları,şiirleri , en sevdiğim filmleri bir nefes gibi iliklerine kadar sömürüyorum 

Geriye posası çıkmış birkaç iskeleti kalıyor kıyıda köşede söylenmemiş cümlelerin 


Yarım,yanlış kırık dişle kurak  düşler 

Keskin kokusu deniz tuzunun 

Küf tutmuş pervazların denize bakan buğulu camları 

Bir tutam bahur kokusu yalıyor tombul bira şişelerinin ağızlarını 

Vitrinde geceden kalma sarı sıcak ışıklar cızırdıyor

Güneş henüz çok uzaklarda 

Buruşuk bayat soğanlar ile yorgun maydonozlar beyaz poşetlerden çöp kutularının ayağına sarkmış 

Gecenin koyu peçesi, yavaşça açık mavi bir sabahlık için soyunuyor

Kaldırım taşlarının oluklarından süzülüyor kentin safran suları 

Asfaltın damarlarından okyanusların diri göğüslerine dökülüyor 


Anlamayı bırakıyorum insanları 

Tanrılarıda.