Şimdi ayaklarımın bu yere basmışlığını ne ben size anlatabilirim ne de siz anlayabilirsiniz. "Kim kimi ne kadar anlayabilir?" sorusuna ne ben cevap verebilirim ne de Ömür Hanım. Bundan sonrasında söylemek için erken midir bilmiyorum ama bana yatsıdan esen yel, benim de sizi anlama hevesimin artık kalmamış olması. Öyle ki birbirinin yanından geçerken omzuna rüzgarı bile değmeyenler olarak yolumuza devam etmemizin ayaklarımıza yanlış yönlerden giren krampları azaltacağı, sızlayan beşerliğimize zorla da olsa sızacak bir yatak bulduracağı kanaatindeyim.
Nazan Bekiroğlu'nun, "Ölümümden kimse mes'ul değildir, garip ki ben de mes'ul değilim." dediği yerde, "anlayamadıklarımdan döküldüğü ağızlar mes'ul değildir, garip ki sürgüsünü çektiğim gözlerim de mes'ul değil." diyorum. Sona bıraktığım noktanın üzerine basmıyorum, son kez mes'uliyetini alıyorum, yarısını kazıyorum. Ancak kendi elimle bıraktığım boşlukta kapı sesinden irkilmeden soluklanabilirim diyorum. İlişiyorum. Boşlukta salınan yarım hırıltılar ne itecek gibi ne de kanıksayacak. Elbet onlar kanıksar, ben de tamamlarım. Saldığım anlamın kıyısında biraz soluklanırım.