Başlarda anlamak çok zordu. Burası sanki her tarafı mavi ve zemini olan kocaman bir boşluk gibiydi. Ne kadar süredir buradayım, bilmiyordum. Sanki başı ve sonu yok gibiydi. 


"Öncesinde hayattaydım -sanırım- belki şu an da hayattayımdır yani... Sonuçta ölmüş olsam yanıma tanrı veya melek gibi bir varlığın gelmesi lazımdı.'' diye düşünmüştüm. 


Burada eski hayatımı sorgulamaya ve her şey üzerine düşünmeye epeyce zamanım oldu. Başlarda kafamda tonlarca teori kurup kafayı yemiştim resmen. Sonrasında kendimce,


''Belki de aslında hepimiz bir an yok olup boşlukta sonsuza kadar takılı kalıyoruz.'' diye düşünmüştüm.


Sonuçta burası huzur vericiydi. Gelecek diye bir kavramın burada olmaması, bol bol geçmişi düşünüp kendim ile barışmamı ve bencilliğimin yok olmasını sağlamıştı. İlk başlarda geçmişim beni kahrediyor ve canımı da bayağı sıkıyordu. Bana kötü davranan insanların buraya gelmesini düşünmek, beni kudurtuyor gibiydi. 

''Onların bana yaptıklarından dolayı ceza almaları ve ödemeleri gerekirdi.'' diye düşünüyordum.

 

Sonrasında uzun uzadıya düşününce şunu fark ettim: İnsanların yaptıkları hep kendine. Birine ne kadar iyi desek de her şeyi o da başta kendisi için yapıyor ve onun da günün sonunda bir bencilden farkı kalmıyordu ve kötü insanlar için de aynı durum geçerliydi. Bu yüzden ceza verilmesi gereken bize kötülük yapanlar değil, direkt olarak hepimizdik. Tüm insanlık cezalandırılmalıydı. İşte bu yüzden burası huzur dolu bir yerdi. Ta ki o ana kadar...


O an sen geldin. Sana uzaktan bakınca daha çok hayal gücüm gibiydin, tam bir şeklin yoktu, ben ne hayal edersem o gibiydin. Seni insan olarak düşündüm. Yanıma iyice yaklaştın,

''Selam.'' dedin. Ben de karşılık olarak,

"Selam." dedim, duraksadım ve ardından hemen,

"Sen kimsin, niye geldin?" diye peş peşe sorular yöneltmeye başladım sana.

Sen, "Ben de kim olduğumu bilmiyorum ama seninle benzer durumda sayılırım. Seni geri almaya geldim." dedin.


Şaşırmıştım, dediklerinden bir yandan korkmuş, bir yandan da dediklerini merak etmiştim.

"Beni almak mı, bunun anlamı ne?" diye sordum.

"Sen aynı zamanda bensin. Bu yüzden geri geldiğin yere dönmen gerek." dedin. 


Tam anlamı ile şoke olmuş ve giderek korkmuştum. Biraz düşündükten sonra sana sordum,

"İkimiz aynı kişi miyiz yani?"

"Hayır, ben senden çok daha güçlü ve bilgili biriyim. Sen ise insansın. Sadece benim ufak bir parçam sayılırsın, o kadar." dedin. Ardından hemen,

"Başta sana sormam gereken bazı şeyler var. Öncelikle bana hayatını ve yaptığın mesleği anlatman gerek." dedin. 

Sana daha öğrenci olduğumu, yeni yeni hedeflerime karar verdiğimi ve öncesini yeteri kadar anlattım. Sonrasında bana ismimi söyleyerek,


"Sen o musun?" dedin.

“Evet." dedim. 


Bana, yarattığın birinci evrende uzun süreler boyunca barışı sağladığımı, iyi bir lider olduğumu ama sonrasında tüm insanlığın soyunu bitirecek bir savaşın sebebi olduğumu, her şeyin benim yüzümden olduğunu söyledin. Bu benim o an buz kesmeme neden oldu. Evet, hep hayatım boyunca geniş kitlelere hitap etmek istemiştim ama sonunun bu olabileceğine inanamamıştım. 

"Peki, şu anki ben kaçıncı evrendeyim?" diye sordum.

"524" dedin. Şoke olmuştum ama senin bu pek umurunda değil gibiydi. Ardından sordun,

“Peki, yaşarken... Öldükten sonrası için burası veya benim hakkımda ne düşündün?" diye sordun.

O an senin yaratıcı olduğunu ve öldüğümü kesinleştirdim.

“Aslında ben dinleri tamamen palavra bulmuştum. Sen var mısın, buna cevabım yoktu ama sanırım öldükten sonra yok olacağıma emin gibiydim. Dediğim gibi az yaşadığımı hatırlıyorum. Sanırım yirmi yaşında falan ölmüş olmalıyım." dedim. Sen de pek hoşnut olmayan bir tavırla,

"Bu kadar mı?" dedin.

"Evet." dedim.

"Artık gitme zamanı. Sen burada biraz daha bekleyeceksin ve sonra yok olacaksın."

"Dur, gitme!" diye bağırdım.

"Bana nedenini söylemen lazım! Neden var oldum, şimdi neden yok oluyorum, anlamı neydi?" diye sordum. "Sormaya hakkım var." diye ekledim.

"Sormaya hakkın aslında yok." dedin ve yine de biraz anlattın. "Ben sizin deyiminiz ile tanrıyım. Sizin dinlerinizin anlattığı gibi değil. Benim de başladığım bir vakit var ama sonum var mı, ben de bilmiyorum. Senin veya senlerin yaşadığı evrenler aslında her şeyi ile benim bir parçam, sen de benim bir parçamsın." dedin 


Bunlar bana fazlası ile ağır gelmiş ve donakalmıştım. Senin de pek umurunda değil gibiydim. Sana göre gereksiz biri gibi duruyordum.

"Peki, bizi ve evreni niye yarattın? Yaşamamızın amacı neydi?" diye sordum. 

"Amaç sizin bunu anlamanızdı ama şu ana kadar yarattığım hiçbir evrende kimse bunu başaramadı." dedin. 

"Nasıl yani, sen her şeyin anlamını bilmiyor musun?" diye sordum.

"Hayır, bu yüzden sizi bunu bulmanız için yarattım. Her yaratılışınızda bir şeyleri öğrenip bana anlatıyorsunuz ve ben de tüm herkes bittikten sonra her şeyi yok edip yeniden, en baştan başlıyorum." dedin.

"Nasıl yani, sürekli her şey tekrar mı ediyor?" diye sordum.

"Hayır, aslında garip bir şekilde bazen çok küçük ya da çok büyük farklılıklar ile evrenin sonu değişebiliyor. Ayrıca kişiler ve aile ağaçları hep aynı kalıyor. Bu sayede sizden daha çok bilgi alabiliyorum." dedin.

"Peki, şu ana kadar ne öğrenebildin?" diye sordum.

"Pek bir şey değil. Bir, iki teori ve evrenin ben yarattıktan sonra sizlerin nasıl oluştuğu ve her seferinde nasıl sonucun farklı olduğunu anlayabildim sadece." dedin ve ardından ortadan kayboldun.


Ne diyeceğimi bilemiyordum, soracak başka bir sorum yoktu sana. Her şey o kadar anlamsız gelmişti ki o an. Yakında yok olacağımı biliyor ama zamanı yine anlayamıyordum.


Senden nefret etmiştim. Başta keşke hayatımda bahsedilen dinler doğru çıksaydı diye düşündüm. Sonrasında senin bir parçan olduğum için bana nasıl anlamsız geliyorsa sana da öyle geldiğini düşündüm. Hayatta da aslında pek farklı değildi. Ailemiz vardı ama ne manası vardı ki? Aile kişilerin hayatlarını kısıtlamaktan ve yapmacık ilişkilerden başka ne işe yarıyordu? Aşk vardı, asla yaşamayacağım ve kabul edemeyeceğim bir his olan aşk. Geleceklerimiz vardı, sonunda bu yere gelip heba olacaktı. İyiler ve kötüler vardı, aslında arasında fark olmayan hatta seninle bile farklı olmayan.


Senden gerçekten nefret etmiştim. Geriye bakınca ne pişmanlık ne de sevinç duyuyordum. Bana sadece yok olmayı beklemek kalmıştı. 


"Anlamsızlık." dedim.