Bir ışık patlaması...


Babam eve geldiğinde elinde kocaman bir poşet vardı. Poşet yarı saydam haliyle içindeki renkleri görmeme biraz izin veriyordu; bunlar eve alınan sıkıcı şeylere benzemiyordu. Bir elindekilere bir babama baktıktan sonra poşeti bırakacağı yere kadar küçük adımlarımla onu takip ettim. Elindekini bıraktıktan sonra annemle konuşmaya başladı. Bu kadar heyecan verici bir şey taşırken hiçbir şey yokmuş gibi konuşmaya nasıl devam edebiliyordu ki? Elimi attığım gibi poşetin içindeki her şeyi teker teker çıkarmaya başladım. Ne olduğunu asla dinleyemediğim konuşmaları sona ermiş olacak ki babam bana dünyanın en sıcak gülümsemesiyle döndü ve “Bunlar kızımın okul eşyaları, seni de götürecektim yanımda ama zaman bulamadım. Sevdiğin renkleri seçmeye çalıştım ama bak!” diyerek belli ki beğeneceğime en çok güvendiği şeyi; mor bir kalemliği bana doğru tutarak salladı. Annem de tam o sırada yıkadığı bulaşıktan ellerini sıyırdı ve yanımıza gelip mutfağın halısının köşesine oturdu. Poşetin içinde son kalan şeyleri çıkarmama yardım ederken elindeki su damlası vücuduma doğru süzüldü.


Tenimde minik bir ıslaklık sezdim. Ellerimi havaya çevirip kollarımı ileri doğru uzattım, yağmuru hissettiğimi düşündüğüm her an ilk olarak bu hareketi yapardım. Ellerime dokunmayı pek istememiş olmalılar ki bir şey hissedemedim; belki de o denli yavaştı ki henüz, bir sonraki damla için yıllarca bekletecekti beni. Havanın soğukluğunu içimin en derininde hissettim, tüm organlarımın titremesine yol açıyordu.


Pencereyi kapattım. Yağmurun bu kadar hızlı başladığını hiç görmemiştim. Rüzgârı o kadar severdim ki… Varlığını unuttuğum vücudumu belirginleştiriyordu sanki; onu daha çok, daha çok var ediyordu. Ruhumuzun karmaşasında bedenimizi unutmaya hazır değil miydik hepimiz; bizi yaşatan her şeyi ruhumuza yüklemeyi pek de severdik. Pencereyi kapatınca yayılmaya başlayan sıcaklık dalgası hemen mayıştırmaya başlamıştı bedenimi. Varlığımı unutturuyordu işte yokluğu, az önce bahsettiğim gibi. Beynimde belirmeye başlayan uyuşukluk hissini geride bırakmaya çalışarak kitabıma odaklanmaya çalıştım tekrar ama bilincim yavaş yavaş benden ayrılıyor gibiydi. O an o kadar büyük bir istek duyuyordum ki uyumaya...


Alarmın sesiyle uyandım. Dün gece annem hastalanmıştı, onu hastaneye götürmüş ve birkaç saat yanında kaldıktan sonra tekrar eve getirmiştim. Nefesim daralıyor diyordu son zamanlarda; ruhsal acılarından dünyada ne kadar çok insanın aynı cümleyi kurduğunu bilseydi sinirlenirdi belki. Bazı kötü şeyleri yaşarken onu ciddiye almadığını düşündüğümüz her şeye içten içe bir nefret duyarız, kimsenin ne yaşadığını bilemezdi tabii ama canının derdine düşünce birilerini anlamak zor olabilirdi. Düşünmeye bu kadar dalmışken Samet’in yanımda diğer tarafına dönmesiyle dünyanın gerçekliğine döndüm gibi hissettim. İşe benden geç giderdi, o yüzden daha fazla uyuduğu için kıskanan taraf hep ben olmak zorundaydım. Bir an yaşamadığım günün yorgunluğunu hissettim üzerimde; yapacağın işleri fazlaca düşünürsen böyle olurdu. Yataktan hızlıca doğruldum ve düşünmeye ne kadar vakit ayırdığımı anlamak için saate baktım.


İki dakika gecikmiştim sadece. Kafamı çevirirken büyük bir dikkatle tüm masaları taramaya başladım. Bunu yapmak biraz utanç vericiydi. Bazılarının bana bakmak için kaldırdığı kafalarını zihin gücümle indirebilmeyi ve o gücü beni unutmalarını sağlamak için kullanabilmeyi ne kadar da çok isterdim. Galiba yine bazı şeyleri büyütüyordum. Tamam sakin ol. Zuhal’i göremeyince masayı seçecek kişi olmam gerektiğini anladım. O burada olmadığına göre geciktiğim dakikaların hiçbir önemi yoktu, önce gelen bendim. Gözüme kestirdiğim bir masaya doğru ilerlemeye başladım.


Bu sırayı sevmiştim, ne en öndeydim ne de her şeyin olup biteceği ön boşluktan uzaktaydım. Daha fazla ilerlemeden oturdum. Anneme el salladım ve uzaklaşmasını izledim. Sonra yapmaktan en çok zevk aldığım şeyi yapmaya, yeni okul eşyalarımı izlemeye başladım. O kadar güzellerdi ki... Yenilerdi bir kere.


Mis gibi kokuyordu eve yeni aldığım fesleğenler. Bu yaşımda hâlâ yeni aldığım şeylere karşı bu kadar heyecan duyabilmeyi seviyordum.


Onu çok seviyordum. Bu yüzden ettiğimiz kavgayı alttan alan kişi ben olabilirdim. Rehberde S harfine doğru hızlıca parmaklarımı kaydırdım ve onu bulunca arama kısmına tıkladım.


Telefonu açtığımda annemin sesi kötü geliyordu, kötü bir şey olduğunu tam o an anlamıştım. Endişeden oturduğum yerden kalkmaya yeltendim. “Babama bir şey mi oldu?”


Evet, dediğim an herkes alkışlamaya başladı. Biz artık evliydik. Hayatının baştan aşağı değişeceği hissini size anlatabilmem mümkün değil.


Bunun olabilmesi mümkün gelmiyordu. Babam… Onsuz nasıl yaşayacağım ben? Bir anda bağırıp çağırmaya başlamışım; gerisini hatırlamıyorum.


Kontrolü kaybettim ve bir anda arabanın içinde sarsılmaya başladım. Yön duygumu kaybetmiş gibiydim. Ne olup bittiğini anlayamadım o an, sadece korktum. “Baba beni kurtar!” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Yaşayamam, demiştim.


Karanlık.