Söze "İnsan sosyal bir hayvandır." alıntısını yaparak başlamak istiyorum.

Anlaşılma isteği hep ilgimi çeken bir konu olmuştur, zira bu konu üzerine düşünürken bir noktada, insanın başkaları tarafından anlaşılmaya neden ihtiyaç duyduğu sorusu ile karşılaşırız.


Bu yüzden ilk olarak neden anlaşılmak istediğimiz üzerine bir şeyler söylemek istiyorum.

Bu isteğin bir amacı var: Toplumu oluşturan bireylerin birbiri ile senkronize olması ve istikrarlı bir sosyal ilişki ağı meydana getirmesi. Bu sosyal ağın meydana gelmesi bizim türümüzün doğada hayatta kalabilmesi için kritik öneme sahip.


İletişim, insan türünün en önemli özelliklerinden birisidir, zira diğer canlı türlerine kıyasla iletişim kurma becerisi çok gelişmiştir. Önce bir dil oluşturmuş, devamında ise bu dili kullanarak yazılar yazmış, bilgi birikiminin nesiller boyunca kaybolmamasını sağlamıştır.


Evrimsel açıdan baktığımızda, insan gibi fiziksel olarak zayıf bir varlığın doğada tek başına hayatta kalması epey zor bir durumdur. Bu nedenledir ki insan topluluklar halinde yaşayagelmiştir bunca zaman süresince. Bu sayede kendinden büyük ve güçlü olan canlılardan iş birliği yaparak korunabilmiş ve kendi dünyasını yaratabilmiştir.


Hâl böyle iken bizlerin anlaşılmaya ihtiyaç duyması gayet yerinde bir durumdur, zira böyle bir tutuma sahip olmasaydık iletişimimiz zayıf olacak ve bir arada yaşayamayacak, bundan dolayı da zayıf vücutlarımızla doğada hayatta kalamayıp tür bazında yok olup gidecektik.

Anlaşılma isteğinin esası insanın sosyal bir varlık olmasıdır.


Şimdi ise anlaşılma isteğinin hayatımızdaki yansımalarına bakmak istiyorum.


Toplum, bizim düşünce ve yargılarımız için bir referans kaynağıdır. Toplumun düşünce yapısı ve yargılarını başlangıç olarak alır ve devamında bunların üzerine kendi oluşturduğumuz düşünce yığınlarını ekleriz.

Ve bu durumda hayatı yorumladığımız perspektif, toplumun yorumladığı perspektiften zamanla farklılaşır. Bu ise bireyin topluma yabancılaşmasını beraberinde getirir, ki yabancılaşma her zaman istenilen bir durum değildir.

Zira yabancılaşma, anlaşılamamayı da beraberinde getirir.

Ve anlaşılmadığını düşünen birey ise anlaşılmak için daha fazla efor sarf eder ve anlaşılır olmaya çabalarken olayları daha da karmaşıklaştırır farkında olmadan. Bir süre sonra bu anlaşılma çabasının bir karşılığı olmadığını fark edince anlaşılmak için uğraşmaktan yavaş yavaş vazgeçer. Bu da bireyin kendi iç dünyasına çekilmesi ile sonuçlanır. Birey iç dünyasına çekildikçe ise anlaşılmama durumu daha da artar, zira kişi artık düşüncelerini topluma beyan etmeye çalışmadığı için halihazırda zaten anlamada zorlanılan bireyin daha da anlaşılmaz bir hâle gelmesi söz konusu olmuştur.

Bu bir kısır döngüdür, anlaşılmamanın artarak devam ettiği bir döngü.

Birey ve toplumu ortak paydada buluşturan değer ve düşünce yığınları devre dışı kalır.

Çünkü bireyin yalnız kalması, referans alabileceği bir oluşumun/yapının olmaması demektir. Birey, olayları yorumlama biçimi ve hissettiği duygusal durumlar hakkında verdiği yargıları teyit edecek bir kaynak bulamaz. Çünkü kendisinden başka kimse yoktur referans alabileceği.


"Bu dünyaya anlaşılmak için değil, anlamak için geldik.''

Hep anlaşılmaktan bahsederiz ama anlamaya çalışmakla uğraşmak istemeyiz.

Bu bana, ben merkezci düşünme sistemimizi hatırlatıyor, herkes önce kendisi ile ilgilenilsin istemekte. Fakat herkes önce karşıdakinin ilgilenmesini beklerse kimse ne karşılık alabilir ne de karşılık verebilir.

Anlamaya çalışmalıyız; önce kendimizi, sonrasında bireyleri.

Anlaşılmama durumu kendimiz için de geçerli; içimizde olup biten binlerce duygu ve düşünceye rağmen bir türlü anlayamıyoruz bulunduğumuz durumu. Ve durmadan tekrar eden yorucu ruh halleri ile cebelleşiyoruz.

Bulunduğumuz durumu iyi analiz etmemiz gerek, aksi takdirde savrulur dururuz öylece ve elimize yıpranmaktan öte bir şey geçmez.

Hâl böyle iken içimizde olup bitenleri yeterince irdelemeden anlaşılmayı beklemek beyhude bir çaba olacaktır.


Bazen ise anlaşılamamanın kaynağı, kendimizi yanlış kişiye/topluluğa anlatmaya çalışmamızdır.

Düşünce dünyamızdan tamamen farklı olan bir insana veya topluluğa kendimizi anlatıp anlaşılmayı beklemek tabii ki gerçekçi bir düşünce değildir. Anlaşılmayı kısmen de olsa başarabilmek için bakış açımıza yakın görüşte olanlarla veya açık görüşlü olduğunu düşündüklerimiz ile iletişim kurmaya çalışmamız gerekir.

Bir de karşımızdaki kişiyi dönüştürmek için kendimizi ifade etme çabasına giriştiğimiz durumlar vardır.

Bu çabanın akıbeti karşımızdaki kişiye bağlıdır. Zira karşımızdaki kişi bizi anlamak istemedikten sonra her ne kadar çabalasak da herhangi bir sonuç elde edemeyiz.

Onun kafasında bir düşünce vardır ve biz ne söylersek söyleyelim bu düşünce değişmeyecektir. Çünkü düşünce kendisine aittir ve kendisi mantıklı ve rasyonel olduğu için (!) düşüncesinde yanılma ihtimali yoktur.


Bazı şeyleri sorgulanamaz hale getirir insan türü. Eleştiriye kapalıdır bu şeyler, çünkü o şeyin değişmesi istenmez. Halbuki sabit kalmaya çalışmak sonuçsuz bir çabadan ibarettir. Değişimin olmadığı yerde gelişimden de bahsedilemez. Biz her ne kadar kendimizi ve düşüncelerimizi sabitlemeye çalışsak da bulunduğumuz evrendeki her şey daimi olarak değişim geçirmektedir ve bizim bu duruma uyarak değişim halinde olmamız zorunludur. Keza değişime kapalı olanlar tarihin kuytu bir köşesinde unutulmaya mahkumdur.


Ve insan, insan olduğunun farkına vardığından beri hep yalnızdır.

İnsan, dünyaya geldiğinden itibaren yalnız olmaya mahkumdur.

Anlaşılma meselesine daha geniş bakacak olursak; kişi her ne kadar kendini iyi ifade etse de, kendisini anlayan insanlarla bir araya gelse de içindeki varoluşsal yalnızlık daima sürecektir. Çünkü bilinir ki herkesin hayat tecrübesi, düşünce yapısı ve karakteri farklı. Dolayısıyla kimse kimseyi tamamen anlayamaz; zira kişi, karşıdaki kişinin iç dünyasını doğrudan tecrübe edemez. Bu yüzden tastamam anlayamaz, yalnızca kısmi bir şekilde kavrayabilir.

Bu durum içimize karamsarlık tohumları ekse de hayatın getirdiği böylesi zorunlu durumları değiştirebilme imkanımız -kanaatimce- yoktur.

Bu yüzden direnmek ve yakınmak yerine kabullenmek bizim için daha iyi olacaktır görüşündeyim.

Tabii ki kabullenmek, insanın bir yanı isyan etmek için çırpınırken kolay olmayacaktır, ki yaşam da bize kolay şeyler vadetmemiştir hiçbir zaman.