Ben bu yaşıma kadar kitaplarla büyüdüm, ilkokulda televizyon ışığında kitap okurdum, hatta o dönemle ilgili en unutulmaz olanı "Dünyanın Merkezine Yolculuk" idi...

Belki aradığım şeyleri onlarda buluyordum, belki içimdeki farklı farklı yüzlerle onlar vasıtasıyla tanışıyordum.

Beni büyüten onlardı, hala okumaya devam ediyorum, devam edeceğim, devam etmeliyim ve öyle olmalı da.

Belki... belki... bu kendine çekilmişlik; bana dışarıya karşı geniş bir gözlem alanı, farklı bir bakış açısı sunmuştu. Kendimi, içimdeki farklı kendilerimi, dışarıdaki farklı kendileri, kendinden kendine dönüşen kendileri anlamak için çokça vaktim olmuştu.

Çoğu zaman anlıyor ve çoğu zaman anlamıyordum bu kendileri. Anlamaya kalkışmak zaten büyük bir cesaret örneği değil miydi aslında; o kadar saçma, o kadar aptalca şeyleri dahi anlamaya çalışmak, bunu neden böyle yaptı ki, niçin böyle oldu diye sormak; belki haklıyken bile haksızı anlamaya çalışmak, anlamak, anlamlandırmak ve sonra ulaşılan noktanın Dostoyevski'den öteye gidememesi...

Her şeyi anlamanın bir hastalık olması...

Okuyorum, okuyacağım, yazıyorum, yazacağım da. Ne hissettiğimi, ne anladığımı ve ne anlamadığımı da...

Belki anlamıyorsunuzdur beni ya da öyle yetiniz yoktur ya da belki de ben fazla anlıyorumdur ya da anlatamıyorumdur; bilmiyorum ve bir önemi de yok benim için, sizin ne anlamadığınızın...


Biraz anlayabiliyorsunuz da... Sizin ne kadar aptal olduğunuzu bildiğimi anlamanızı önemle rica ediyorum.


Sözüm meclisten dışarı...