Bilmiyorum adını. Bu çağlayanlar gibi akan sıcacık tebessüm içimde, gözlerimin ardına çektiğim perdeleri bir bir kaldıran nahiflik. Yavaş yavaş sokulan bir ip sanki iğneden; öyle kararlı, öyle dik başlı, öyle ince ve öyle hissettirmeden.
“Her şey birdenbire oldu;
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar…
Aşk birdenbire oldu,
Sevinç birdenbire.”
Bir daha olmaz dediğin, son dediğin ne varsa, hep baştan başladığın içindir hayata…Bazen yapılan planlar gününe, önüne uymaz ya; dersin “olsun. Bir dahakine” öyle bir plan ki bu; önceden tasarladığım planlarıma uymayan tüm günlerimin biçilmiş kaftanı misal. Ben planlar yaparken karşıma çıkan ilahi müdahale varsay. Elimi hangi boşluğa atsam dolmuş ansızın. Ne diyordu şair: Birdenbire. Öyle birdenbire bir his ki bu çoğulluk…
Tutsan, tutamazsın avuçların yetmez; saklasan sığmaz; derinliği bitmez. Baksan doyamazsın, gözler aynası ruhun; duvarlardan geçer, gökleri aşar, gelir dokunur o herkesten sakladığın pencerenin önüne; kim bilir gölgesi belirir nefes alışının bir gün. Bilemezsin nedir bu düğüm, çözmeye başladıkça dolanır parmakların. Seversin bu hafif sancıyı. Alışırsa parmakların düğümüyle ritme, kırk yıldır tanışıyormuş gibi bir ezgiyle uyumlanır; yüreğin boyanır…Gülüşün boyanır…Mavi boyanır adımların. Göğü yürürsün yere.
Yıldızlarını dökersen cebinden bilerek, İnan ondan değil; adımlarından tanırım karanlığını. Delik cebimden düşüyor bu kelimeler, batırıyorum huzura; cümle olup taşıyor ardından. Bir gövdeydi adın, aldım; türettim mısralara taşsın diye anlamın.
“Durma kendini hatırlat,
durma
göğe bakalım.”