Her şey kendi durağanlığında fazlasıyla ürkünçtü. İnsanlar nefes alıyor ama yaşamıyorlardı. Gözlerde kasvetli bir bekleyiş vardı. Kimileri ölümü bekliyordu, kimileri çaresizliklerinin son bulacağı günü, kimileriyse ne beklediğini dahi bilmeden yüreklerine çökmüş olan o karabasanla birlikte artık korkudan da yılmış hatta yılmaktan bile yılmış olarak bekliyorlardı.


Sahi ben ne bekliyordum. İçimde seyyarelerden binlercesiyle birlikte kainatı kucaklamış hiçbir yerlere bir türlü sığamayan, koca bir hiç olmaktan öteye geçemeyen ben neyi bekliyordum. Niye geldim, bir sebebi olmalı, bunca acıya şahit olmamın bir sebebi olmalı. Bu korkunç kılıktan kılığa girmiş yaratıklarla yaşayamadan! yaşayabilmenin bir sebebi olmalı.


Her gün bambaşka suretlerle bambaşka acılara şahit olmamızın bir sebebi olmalı. Bize insan denip şuur verilmesinin, düşünüyor olabilmemizin bi sebebi olmalı. Bu korkunç çağa denk düşmemizin bi sebebi olmalı. Başkalarının değil de bizlerin şu anda bu dünya sahnesinde nefes alıp veriyor olmamızın bir sebebi olmalı.


Neydi, nedendi, nasıldı, bunun gibi binlerce soru kılıç kuşanmış beynimin meydanında amansız bi savaşta. Bir tek ben olamam bu halde olan, bir tek ben olamam bunca cehennem azabıyla yüreği kavrulan.


Yer gök sanki bir alev topu gelip taa yüreğimin ortasına oturmuş.

Zaman ne şimdi? Bu nasıl bi zaman?

Etraf öylesine çirkin öylesine rezil ki!

Yaşayamıyorsunuz!


Dünya artık hiç güzel yüzünü göstermiyor, küstürdük onu, o da yılgın. Artık deniz güzel gözükmüyor, artık güneş gülümsemiyor, artık insanlar birbirlerini sevmiyor.


Öyle işte!


Öyle.


Anlayabiliyor musunuz?