Benim 2. Dünya Savaşıʼyla alakalı en sevdiğim kitap. Bu döneme meraklı olduğum için her kitabı beğenerek ve ilgiyle okuyorum aslında fakat bu kitap bana daha değişik duygular hissettirdi. Düşünsenize; 13 yaşında bir kız savaş döneminde her şeyi kendi bakış açısından anlatıyor; hiçbir kurgu yok, her şey yaşandığı gibi yazılmış. O döneme ait bir günlük... Gün gün her şey aktarılmış. Son güne değinmek bile istemiyorum. Son günün, son cümlenin yarım kalmış olması; sonrasında yaşananlar... Aşırı aşırı etkilendiğim bir roman.

Konusu ise şöyle: 13 yaşında Anne, kendisine babası tarafından hediye edilen günlüğe; ailesinin mensup olduğu dinden ötürü kaçmak zorunda kaldıkları (yoksa götürülecekleri yer belli) dönemde, yani 12 Haziran 1942 ile 1 Ağustos 1944 tarihleri arasında saklandıkları yerden gün gün her şeyi aktarmış. İşin korkunç savaş boyutunu bir yana bırakırsak bir kızın büyümesine, genç bir kız olma serüvenine de tanıklık ediyoruz. Kaldıkları yerde sadece kendi ailesi değil birçok kişi de olduğundan onlarla geçen iletişimlerini, aşık olma heyecanını, savaşın gelişmelerini, biri gelecek korkusuyla hareket dahi edemeyişlerini aktarıyor bize.

Anne Frank, 1944 baharında sürgün sırasında Eğitim Bakanı Bolkenstein’ın Oranje radyosunda yaptığı konuşmayı duyana kadar yazıları sadece kendisi için yazmış. Bakan konuşmasında, Alman işgali altındaki Hollanda halkının acılarına tanıklık eden her şeyin kamuoyuna açık hale getirileceğini söylemiş. Örnek olarak tutulan günlükleri de saymış. Bu konuşmanın etkisinde kalan Anne, savaştan sonra bir kitap yayımlamaya karar vermiş. Günlüğünü yeniden yazmaya ve üzerinde çalışmaya başlayıp, günlüğü daha iyi bir hale getirmiş. İlginç bulmadığı bölümleri çıkarıp, hafızasında kalmış olanları eklemiş.

Sonunda ne olduğunu söylemeyeceğim. Muhakkak okumanızı tavsiye ediyorum! Ve okuduktan sonra yorumlarınızı yazın! ☺️