Ağaçlar çok büyük değildi, ürkütmüyor, mütevazı. Tatlı bir huzur doluyor yürürken insanın içine. Bir de incecik yağmur başladı mı... o kadar da kötü değilmiş gibi geliyor ölmek. Geride kalanın, senin büyülü bir ormanda huzurla uyuduğunu düşünmesi için biçilmiş kaftan... 


Belki de gerçekten huzurla uyuyorsundur orada. Geceleri uçuyorsundur ağaçların dalları arasında. Ölünce uçmak mümkün oluyor değil mi? Uçmayacaksak neden ölelim ki!


Dün sana geldim, ağaçları geçtim, yaprakları, gülleri... bir bank buldum, oturdum. Etraf sessizken sen de bu banka oturuyorsun, biliyorum. Bunun böyle olduğuna inanmamam için sebep göremiyorum, hem bunun böyle olduğuna inanmamı yağmur damlaları fısıldadı bana, kulağıma bir sır verir gibi. Evet, dedim.


Yoksa baş ucundaki yemyeşil çam ağacını, mezarının ayak ucundan azıcık aşağıya yürüyünce etrafı ağaçlarla kaplı incecik yolu, biraz ötede kuşlar ve sizler için yapılmış güzelim taş oymalı çeşmeyi, bir baharda bir de sonbaharda açan mis kokulu rengarenk gülleri, az ötede kırmızı yapraklı, güneşin ışıklarını aralarından sızdıran ve bunu yaparken sanat eserine dönüşen şarmaşıkları görmüyor olman beni üzerdi, bunca anlamlı salınmazdı o zaman dallarda yapraklar...


Evet, dedim yağmura, başka türlüsü inanılacak gibi değil.