Bağırdığı ve sustuğu yer hep aynıymış insanın aslına bakıldığında. Yalnızlığı sessizlik sandığı anda sessizlik bağırıyormuş insanın kulaklarına. Ve insan kahkaha attığı bankta hıçkırarak ağladığı günleri yaşayabiliyormuş kimsesiz. Kaçtığı her yerden derin kuyulara düşüp kaygısızlığı sırtına bir ceket gibi geçiriyormuş günü geldiğinde. Kokladığı, suladığı çiçeklerin plastik olduğunu fark edebiliyormuş bir bahar sabahı. Vazgeçişlerini hep gitmek sanıp aslında dönmek olduğunun farkında bile olmadan yıllar geçirebiliyormuş yalandan. Sadakati köpeklerden öğrenip köpek gibi sevip, yine de unutabiliyormuş insanoğlu verdiği sözler gibi. İçinde yaşadığı cehennemi cennete dönüştürürken aklında delirir gibi oluyor delirmiyormuş. Hastalıklı ruhu ile insanlara merhem olduğu zamanların bile farkında olamıyormuş kimi zaman. Düşüncelerinden kurtulmak için içip kaçtığı düşüncelerinin yarattığı kaosu izleyebiliyormuş uzaklara dalan gözleriyle. Kendi yarattığı illüzyona kendini kaptırıp bağırabiliyormuş YETER diye. Olmak istediği ile dönüştüğü kişi arasında sıkışıp kalabiliyormuş bazen. Sustuğu yerde istemsiz konuşabiliyormuş. Donup kalması sadece soğuk gecelerde olmayabiliyormuş. Gördüğü ile düşündüğünün arasında uçurumlar olabiliyormuş. Mutlu olmak için gösterdiği çaba günü geldiğinde kusursuz intihara dönüşebiliyormuş umarsızca. Huzuru aradığı her yer, herkes bıçak gibi göğsüne saplandığında kanatarak. Çığlıklar içinde koşuyorsun huzur dolu anne kucağına yaş yirmi beş. Çocuklar hiç büyümüyormuş annelerin gözlerinde, hayat yaşadığı her yılı acımasızca vursa da insanoğlunun suratına. Kaçtığım her şeyden ağlayarak anneme sarıldım o gece.