Bir poşetin içindeydi hepsi. Ağzı alelacele kapatılmış naylon bir poşetin içindeydi tüm çiçekleri. Morun her rengi oradaydı. Moru çok severim diye mi yoksa annemin heybesinde gördüm diye mi bilmem, çok güzel geldiler gözüme. Annemin elleriyle çiçekleri koparışını hayal etmekten alıkoyamıyordum kendimi. Çiçekleri sever mi emin bile
değilim. Sadece ben çok küçükken babamın ellerindeki güllere bakarak ‘ben kasımpatı severim’ dediğini anımsıyorum. Kasımpatı sevdiğinden mi yoksa babamı sevmediğinden mi emin olamadığımdan poşetin içindeki çiçekleri epey sorguladım. Kurumaya yüz tutmuş, kokusu hiç cazip gelmeyen ama güzelliği tüm kusurları örten tüm çiçekler oradaydı sanki. Annemi yıllardır ilk kez hayata karşı bir adım atarken yakalamıştım.
İçimdeki keder yüzümü eritiyor, yüzümün kayboluşunu hissediyordum.
Neden bu kadar içerledim bilmiyorum. O naylon poşet yerinde neden delice ben olmak istedim? Oysa beni de kırmıştı onca yerimden, beni de ayırmıştı kökümden. Ben kuruyunca neden güzelleşmedim?
Bir kadın olduğunuzda başka bir kadını suçlamak hiç kolay olmuyor. Topladığı çiçekler yüzünden yargılamak daha anlamlı ve anlaşılır geliyor o yüzden.
En iyi bildiğim renkler tek tek siyaha dönüştüler. En sevdiğim müzikler teker teker ezgilerini yitirdiler. Sırtımı yasladığım duvarlara dikenli teller çektiler.
En sevdiğim çiçekler annemin ellerinde çürüdüler.
Yakalanmıştım.
Yüzeyselliğimi fark ettiler. Yakalanan iki kadından daha beteri aradaki kan bağıdır. Farklı zamanlarda yapılan aynı hatalardır.
Aynı kasiste zıplayıştır. Aynı çiçekleri koparış ve kasımpatı yalanlarıdır. İki kadının eriyen yüzlerinin kanalizasyona aynı anda varışıdır.
Kaçtığın şeyin aynadakinden daha yakın olmasıdır.
Yol ayrımına çoktan geldik aslında
Oyalanıyoruz,
Susuyoruz,
Biliyoruz.
Yol ayrımına geldik, ağlıyoruz.
Alelacele kapatılmış bir naylondan fazlası olmak istiyorum artık.
Ben kasımpatı severim anne...