Sevgili Ali,
Bu ve birçok mektubu, bana apartman boşluğundan baktığın andan itibaren yazıyorum ve bir mıh gibi seçebilip daima yanımda taşıdığım için yüzünü, benim hakkımda neler düşündüğünü bilmek istemiyorum. Sonra bunları bir kenara itip sadece seni ve bana doğru üflediğin perileri düşünüyorum. Onlar bile göğsüm ve dudağım arasındaki köprüyü kuramıyorlar. Bundan dolayı annemin yanağıma dokunmayan elini sakladığım gibi, mektupları da küçük bir çekmeceye sıkıştırabiliyorum sadece. Bu gece demek istediklerim, seninle olduğumdan beri bulunduğum her dört duvar arasındaki yankıdan geliyor. Her saçımı okşadığında, seni güldürdüğümde, benim için bir kuşu serbest bıraktığında, beni boğazımdan kavrayıp, sıska bir kız çocuğun gözüne baktıran yankı, annesi saçını taramamış olan. Göz göze geldiğimizde konuşmuyoruz ve ben hemen aynadaki kadına bakıp ondan sıyrılıyorum. Yanına uzanıyorum. Sonra hatırlamayı bırakıp, oluyorum. Olurken doğurduğum sancılarımı unutmuyorum ve yüzüne bakıp buraya yazıyorum benim de bazı insanlar gibi payıma düşen acıları çekmeye çalıştığımı. Bir dünyanın ortasında tek başıma kalıp fırtınanın ardına sığındığımı. Benim gibi bir çocuğu yetiştirmek çok zordu Ali. Aynadaki kadının burnumun direğini sızlatışından biliyorum. Ama onun ellerini de kalbini de tanıyorum ve sonra tekrar sana bakıyorum. Gururumu aramadan, onurumu sırtıma alarak biliyorum ki, ellerim eğer sana dokunabilmek için kanadıysa, sana yetişebilmek için takıldıysam sürekli, annem beni beş kere daha doğursun ve on defa daha pişerim. Baştan, bitmeden, tekrarlayarak. Seni görebilmek, bir parçan olabilmek için. Çünkü ben galiba bu kadarım. Hala korkan ve zede olup da dağ olamayan.