Bucket list'imde annesini kaybeden annemi teselli etmek de varmış, edememek veya. "Her gün arardım; sesini duymadan, iyi olduğunu bilmeden huzur bulamazdım. Bir ona gider gelirdim yıllardır. 'Annem var' derdim. Şimdi ben kimi arayacağım, kime annem diyeceğim." demiş ve ağlamaya başlamıştı. Neler geçmişti aklımdan. "Ben yıllardır kaç kere arayamadım seni anne, biliyor musun?" demek istedim. "Kaç defa elim gitti telefona da beceremedim, gözyaşlarım ellerimden hızlı davrandı, hıçkıra hıçkıra kaldım öylece, sen hiç bilmedin, anne." demek istedim. Kaç gece sana sarılmak istedim, saçlarımı okşa, dizinde uyuyayım istedim, ama yine kendime sarıldım, gözyaşlarımı yine ben sildim, anne!" diyemedim. "Öyle yalnızdım ki, hâlâ öylesine yalnızım ki, penceremden bir sinek girse 'hoş geldin' diyorum." diyemedim. "Korktuğumda, üzüldüğümde, ağladığımda, en çaresiz anımda, sana en çok ihtiyaç duyduğumda yoktun, bir türlü büyüyemediğimde yoktun yanımda. Sevgisizliğimi, açlığımı önüme çıkan her insan benzeri varlıkla doyurmaya çalıştığımda neden yoktun anne yanımda?!" diyemedim. Hiçbir şey diyemedim işte. Yeri değildi. Zamanı değildi. Bunun asla doğru bir yeri ve zamanı olmayacak üstelik, biliyorum. Ağlaştık öylece telefonda, anlattı, dinledim. Aklımdan geçen tüm sitemleri bir kenara koyup "Artık iyi olup olmadığını merak etmene gerek yok, anne." dedim. Anneannem artık rabbine emanet. O'ndan daha iyi kim bakabilir ona?" Muhafazakardır annem, ona verilebilecek ya da benim dilimden dökülebilen en iyi teselli buydu sanırım. Kapattım telefonu, saatlerce ağladım. Kim için, ne için olduğunu bilemeden uzun uzun ağladım. Ağlamak iyidir, güzeldir. Asıl ağlayamamaktan korkarım ben.