Ben gidiyorum. İstediğin gibi.

İşte bu güzelceyi sana armağan ettim. Hatamı kabullendirişim sana… Belki dedim doğrusu budur herhalde, başka bilmiyorum çünkü. Sevgilim, sen yalan mıydın? En azından biliyordun seni bildikten sonra yalan(ın)a inanmanın kolay geleceğini ve bu süregelen düzlükte eğerki aşk varsa asla inci tanen olamayacağım, senden bana kalan müthiş hüzünlerin şimdi benim evim.


Buralar kir dolu. Şanslı tılsımı aramaktan vazgeçmeyen deli denizcinin sabrının kırıntıları var bende. Onunla yata kalka ona benzedim, doğal. Tuhaf bir keşif sonrası aklını başından alacak yeni uğuruna odaklandı, öyle de sadakatsiz, tılsımı boşladı ama şöyle dedi bana: "Ya yeni uğurum bulamadığım tılsımdan daha iyi gelecekse bana? Bir de böyle denemeli yıllarca."


Güverteye indim ilk kez. Küçük bir sandık, şifreli ama açık, daha da yaklaştım. Kafamı kaldırsam en az bir karış sonrası tavan, ne var ki lamba yakında ve sen… Kenarda üç beş kitap dağınık halde… Ayak altında açılmış zarflar, bence önemli çok büyük, bir sıra şişeler var. Şu içinde gemi olanlardan… hâlâ bilmiyorum onu oraya nasıl koyduklarını, artık çok geçti, unutalım. Az biraz yosun dolmuş işlemelerin içine, öyle tiksindim ki kusabilirdim de zor durdum, yine senden öğrendiğim müthiş kararlılıkla devam ettim, ıstıraplı düşünceler şimdi benim evim.


Kısa süreli gecikmeden sonra sandığı araladım. Sadece bir ayraç vardı, bu ne demekti? Belki de denizcim şanslı tılsımını buldu ve aklındakiyle bağdaştıramadı, bu yüzden arayışa çıkmış, istediğini elde etme çabasına girmişti. En çok heyecanını yitirmişti, kaçmıştı ama unutamamıştı. Sevmiyor ama değer veriyordu. İstemiyor ama üzerinde duruyordu. Bu koskoca evrende bir o vardı onun için ama tıpkı benim gibi kendini kandırıyordu.

Zarflardan birini elime aldım, zaten açıktı, okumaya başladım.


"Teklifimdir, kabul etmezsen kabulümdür. Gel sevgilim. Gidelim. Yıkayalım ellerimizi pisliğe inat, bizi bize bırakmayanlara ve saf aşkımızı öldürenlere inat, kıskançlık salgınına inat ve kapımızın önüne yığdıkları çöplere inat. Bu cesaretim senin eserin gibi geliyor bana. Senden öğrendim tüm mucizeleri, hevesleri, iyiyi ve kötüyü. Ele avuca sığmayan sevgimi ve seni kendime harmanlandığım zaman dönüştüğüm kişiyi kabul et. Çevir şöyle başını uzaklara. Düşün saatlerce, ben beklerim çünkü biliyorsun, aşığım."

- Lulu -


Her zarf böyle miydi, bu kadar mı vazgeçmişti denizcim?

Diğer bir zarfı okumaya başladım. "Her günümü sana adadım. Boş ver. Uğurlu olmadığımı biliyorum."

Ve diğerini, "Artık anlıyorum."

Bir diğerini, "Bana sağırsın."

Bir diğerini, "Vazgeçtin.

Bir diğerini, "Bu yolu sen seçtin."

Bir diğerini, "Artık senden önceki kişiyim."


Okuyamıyorum, devam edemiyorum. Bu kadar basit miydi? Her şeyi aldığım yere bıraktım, sandığı kapattım ve orayı terk ettim. Bunları bilmem hiç iyi olmadı.

Kimi söyler, kimi yazar, kimi çalar… Ayrılma vakti, sıkı tutunup yukarı ittim kendimi, sesler... Kafamı çevirdim, şarap içiyor, ekmek yiyor ve dağıtıyorlardı.


Bir süre sonra tam ortasına eklendi sofranın yeni uğur ya da sonunda şanslı tılsımına ulaşmış birinin mutluluğunun herkesi sonsuza kadar sevecekmişçesine büyük bir kalbi olduğuna inandırdığı düşüncesinin verdiği dengesiz davranışının sorumlusu olan 'onu buldum' hissi. Perestiş.


Mektuplara üzülmüş, yeni uğura sevinmiştim. Çok sınanmanın, vazgeçmenin eşiğinden dönmenin, beklemenin her türlüsü girdi hayatıma.

Sebepli ve sebepsiz anışlarım, yeniden ve bir daha abartısız aralandım

Meteliğim buraya kadardı.

Artıklama yapmak istemiyorum. Avazım çıktığı kadar anla, zir şimdi benim evim.


5 Ağustos

Ah, anlamıyor, ne yapayım?