Bütün gün öyle çok çalışmıştı ki akşamüstü için arkadaşlarından gelen buluşma çağrısına "evet" demek gelmiyordu içinden. Oldukça içine kapanık bir çocuktu Arda, yaşıtlarına nazaran gayet sessizdi. İşini yapar, fazlasına karışmazdı. Sohbetlerin içinde zaman zaman 'evet'erin, 'haklısınız'arın, çoğu zaman da 'valla, bilmem ki'lerin adamıydı. Etrafında pek arkadaşı olduğu söylenemezdi. Arkadaşlarınınsa alay konusuydu bu çekingen hali. Üniversitedeki sınıf arkadaşları kendisine acımayıp onu buluşmalara davet etmese dışarıda vakit geçireceği de pek yoktu. Onların eğlence kaynağıydı bir anlamda bu zayıf, uzun boylu çocuk. Bir yandan tarih bölümünün zor derslerine kafa patlatıyor; diğer yandan da okul harçlığını çıkarabilmek için çalışıyordu. Bir senedir fakülteye yakın bir antikacının yanındaydı. Çalıştığı dükkânda antika eserlerin tozunu alıyor, rafları düzeltiyor; patron yokken müşterilerle ilgileniyordu. Patronu, onun bu sessiz sakin halini çok severdi. Zaten aradığı da böyle sessiz, her işe burnunu sokmayan mülayim bir çıraktı. Arda, alelade bir çırak da değildi üstelik, üniversitede okuyordu ve tarihe ilgi duyuyordu; bununla beraber disiplinle çalışan genç adam, patronu için biçilmiş kaftandı.

Oğul'dan gelen "Kanka biz Alsancak'ta 'Takıl'dayız; hemen otobüse atlıyorsun, geliyorsun... İtiraz istemem!" mesajına cevap vermemeyi tercih etti Arda. Bütün gün çok yorulmuştu; ayrıca Oğul, Hakan ve Serhat'ın bazen kırıcı olabilen şakalarına maruz kalmaktan sıkılmıştı. Yarın erken kalkacak ve her zamanki gibi okulun yolunu tutacaktı. Sabahki dersi kaçırmaya niyeti yoktu. Bütün bunları düşünüp kendince haklı mazeretler üretirken telefonu çaldı. Arayan Hakan'dı. Telefonu açıp açmamak arasında tereddüt yaşadı. Telefonsa öyle ısrarla çalıyordu ki içinden bir ses "Açmalısın!" diyordu.

-Arda, birader neredesin?

-Eve dönüyorum Hakan, yoldayım...

Aslında yürümüyordu; durakta otobüsünün gelmesini bekliyordu. Ev arkadaşı Gökberk ile yaşadığı, Gökberk'in tez ödevini bahane ettiği şu günlerde bulaşıkları yıkadığı, odasındaki elektrik tesisatı yandığından bu yana -haftalar geçmesine rağmen tamirciye verecek parası yoktu- mum ışığında ders çalıştığı, boş zamanlarında Gökberk'in düşük çenesini çekmek zorunda kaldığı, fırsat bulduğu zamanlarda bilgisayarın başında sörf yaparken sızdığı, o sıkıcı öğrenci evine gidecek tek otobüs bu duraktan geçiyordu.

Hakan, mesajdaki isteğini yineledi.

-Oğlum, hemen bi otobüse binip Takıl'a geliyorsun, yemin ederim darılırım bak, bir daha konuşmam seninle. Burada işletmeden arkadaşlarla kafa dağıtıyoruz biraz, sen de olmalısın aramızda.

Hakan gizli bir görevi bildiriyormuşçasına, "Kanka, çok güzel hatunlar var ayrıca, sen bi gel yaaa!" diye fısıldadı.

Anlaşılan sınıf arkadaşlarının eğlencesi tamam olmamıştı. Her fırsatta takıldıkları Arda'nın da yanlarında olmasını istiyorlardı. Arda'nın mülayim halini severlerdi aslında. Çoğu zaman kendisine takılırlar, biraz sosyalleşmesini salık veren cümleler kurarlardı. Bu sözlerle kimi zaman Arda'nın kalbini kırdıkları da oluyordu.

Adeta su sızdırmayan kumral saçlarını birazcık şekle soksa yakışıklı bile sayılabilirdi Arda. Keskin yüz hatlarını saran kirli sakalı, bal rengi gözleriyle uyum içindeydi. On üç yaşından beri taktığı demode gözlüğü bir kaza sonucu kırıldığı hafta fakültedeki birçok kızın kendisine anlam veremediği şekilde bakması onu şaşırtmış, bir hafta boyunca utancını gizlemek adına okulun kantinine uğramamıştı.

Arda, Hakan'ın telefondaki sözlerine inanmak istemiyordu ancak bir yanı, kendisini boğan o evi biraz daha geç görmek fena fikir değil diyordu. Arkadaşlarının buluşma tekliflerini genelde reddeden delikanlı bu kez kararsız kalmıştı. Bir taraftan onların eğlencesine meze olmayı istemiyor, bir yandan da evde bekleyen yalnızlığını düşünüyordu.

Odasına kapanıp yatağına uzandığı gecelerde tek işi dükkâna arada sırada uğrayan ve iletişimden olduğunu tahmin ettiği sarışın kızı düşlemekti. Patronun olmadığı bir anda onunla ilgilenmek durumunda kalmıştı. Adını dahi bilmediği bu sarışının eski yüzüklere olan ilgisi dikkatini çekmişti. Telefonun ucunda kem küm ederken Hakan’ın bet sesiyle irkildi.

-Ee, ne diyorsun birader, orada mısın?

-Bilmem, n’apsam ki, çok oturacak mısınız orada? Sesi titreyerek sorduğu bu soruya kararlılıkla cevap verdi Hakan.

-Ya atla gel işte, kalktığımızda ben seni arabayla bırakıcam, söz! Hadi, çabuk bekliyoruz!

Bölümdaşı Gökberk'in tarih programlarını aratmayan, dünyayı kurtardığı ya da saçma sapan cümleler kurup geceyi daha da sıkıcı hale getiren sohbetindense arkadaşlarıyla farklı bir dünya içinde olmak, biraz kafa dağıtmak fena fikir değildi aslında. Aynı ses tonuyla "Peki" diyerek kapadı telefonu. Yolun karşısına geçerek Alsancak yönüne giden bir otobüsü son anda yakaladı. Genç adam, bu buluşmanın hayatını alt üst edeceğini asla bilemeyecekti...

Takıl'ın önüne geldiğinde gözlerini kısmış, masalarda onları arıyordu. Astigmat olan gözleri için bu gözlüklerin de miadı dolmuştu anlaşılan. Arkadaşları dışarıdaki masalarda değillerdi, belli ki kendilerine içeriden bir masa seçmişlerdi. Arda, yan yana sıralanmış bu eski Rum evlerinin kafeden ziyade insanların yaşayacağı meskenler olarak kullanılması gerektiğini düşünürdü hep. Kapının hemen dibinde sokağı mis gibi kokusuyla kuşatan yaseminler, pencere ve cumbaları çeşit çeşit renge boyayan sardunyalar hayal ederdi. Böylesine loş odaların sevimsiz ve karanlık duvarlarında, müzik diye korkunç bir gürültünün yankılandığı yapılar olmamalıydı bu güzelim evler. Öyle ki o kapılardan çığlık çığlığa sokağa fırlayacak afacanlar, onları cumbalarında çay keyfi yaparken gözetleyen anneler düşlerdi. O anda, arkadaşlarının giriş katında da olmadıklarını fark etti. Geriye tek bir ihtimal kalmıştı: Onları üst katta bulacaktı.

Zemini üst kata bağlayan ahşap merdivenden çıkarken “Ev arkadaşımın iç sıkan, ideolojik sohbetlerini tercih etmeliydim.” diye düşündü. Buraya gelişini sorguluyordu. Bu tip yerler hiçbir zaman Arda'yı cezbetmemişti. Gürültülü loş odalar ve kalabalık onun ilgi alanına girmiyordu. Memleketten beraber geldiği Oğul ve Hakan'ın gönül koymayacaklarını, sırf o gece onları reddetti diye okulda kendisine takılmayacaklarını bilse belki de bu mekâna adımını dahi atmazdı. Son basamağı da aşarak üst kata vardığında çevresini şöyle bir süzdü. Nihayet masaları tam karşıdaydı.

Masaya geldiğinde Oğul ve Hakan'ın zevzekliğe varan takılmaları onu etkilemedi bile. Arkadaşları hoş geldin mahiyetinde yanaklarını öpüp sırtını sıvazlarken o, masada oturan kıza kilitlenmişti. Bu, oydu. Evet, tam karşısında tebessüm ediyordu. Defalarca tezgâhtarlığını yaptığı antikacıya gelen, takılara göz atan, onca gelip gitmesine karşın sesini bir kere bile duyamadığı sarı saçlı, pembe bereli kız karşısında duruyordu. Kalbinin göğüs kafesini yırtarak dışarı çıkmak istediğini hissetti. Midesine, boğazından inen bir ateş topu ilerliyordu şimdi. Bu güzel ânı Oğul'un gereğinden fazla nükteli cümleleri böldü.

-Arkadaşlar, size daha önce de bahsettiğimiz hemşerimiz Arda. Memleketimizin yüz karasıdır kendisi. Bizi bilenler bu sizin oralı olamaz, derler. Her defasında bizi yalvartır, bugün kendinizi şanslı hissetmelisiniz bayanlar, Arda Bey bir mucize eseri teklifimizi reddetmedi ve masamızı şereflendirdi. Arda’ya kaldıralım kadehlerimizi!

Oğul bunları söylerken Arda'nın yanakları pespembe kesilmiş, delikanlı gözlerini nereye kaçıracağını bilmez bir halde söylenenlere tebessüm etmişti. Bu kısa tanıtma faslından sonra Hakan masadakileri Arda'ya tanıttı. Masada üç kız vardı. Masadaki kızların ikisi kardeştiler. Merve ve Gizem. Gizem'in yanında erkek arkadaşı Berke oturuyordu. İşletme bölümünde okuyorlardı ve sınıf arkadaşıydılar. Arda'yı ilgilendiren sözcüklerse az sonra dökülecekti:

-Sinem, radyo televizyon ve sinema üçüncü sınıfta okuyor. Bu güzel arkadaşımıza iyi bak Arda, geleceğin Oscarlı yönetmeniyle aynı masayı paylaşıyorsun.

Arda dünyadaki hiçbir nesneye daha önce böyle dikkatle bakmamıştı.

-Hadi ama abartma, diyerek Hakan'dan sözü aldı Sinem. Memnun oldum Arda. Tarihte okuduğunu söyledi Hakan, okuduğun bölüme büyük bir ilgim var. Eski eşyalara olan ilgimden anlamışsındır sanırım bunu.

Arda, nihayet adının Sinem olduğunu öğrendiği sarışın kızın kendisine kurduğu cümlelerin bitmesini hiç istemiyordu. Onun antikacıda çalıştığının farkına vardığını belirten bu cümleler çölde vaha bulmuş bir bedevi gibi sevindirdi delikanlıyı. Evet, evet sanki günlerdir çölde bir damla su için kilometrelerce yol kat etmiş bir bedevinin suyla buluşması gibi kana kana içmek istiyordu sözcüklerini. Antikacıda sessiz kalarak kendisini geceler boyu düşündürdüğü günlerin acısını çıkarmak istiyor, bitmesin diyordu içinden, konuş, konuş, konuş...

Arda yalnızca, "fark ettim" diyebildi Sinem'e. Sonrasında neredeyse tek bir kelime edemedi. Bir iki saat boyunca masada Oğul ve Hakan'ın çekip çevirdiği sohbete çoğu zaman pespembe yanakları ve tebessümüyle ortak oldu. Bir bira içerek eşlik etti arkadaşlarına. Ortamın loşluğundan faydalanıp defalarca Sinem'in bal rengi gözlerine kaçamak bakışlar attı. Kızın alnını tamamen örten kâküllerini, omuzlarına inen sapsarı saçlarını artık görebiliyordu. Dükkâna her geldiğinde başında harikulade taşlarla bezenmiş bir taç gibi duran beresi yoktu. Yüzünün sert çizgilerine rağmen güldükçe dudağının kenarında beliren o minik gamzeyi ilk kez orada fark etti. Kadehinden her yudum alışında Arda'nın gözüne çarpan, Sinem’in parmağındaki zümrüt taşlı yüzük kızın güzelliğinin yanında sönük kalıyordu.

Gecenin sonuna doğru bir telefon üzerine arkadaşlarından affını isteyen Hakan masayı terk eden ilk kişi oldu. Arda, “Beni arabanla eve bırakacaktın; söz vermiştin.” diyemedi bile. Şimdi bu saatte ne yapabileceğini düşünüyordu. Saatine telaşla baktı, bir an evvel masadan kalkarsa son otobüse yetişebileceğinin farkındaydı.

Durağa yürürken Oğul ve Hakan'ın davetini geri çevirmemesinin fena olmadığını, Hakan'ınsa tahmin ettiği gibi güvenilmez olduğunu düşünüyordu. Her şeye rağmen günlerdir merak ettiği, ona ilk kez hissettiği duyguları yaşatan kızı görmüş, onunla aynı masayı paylaşmış, dahası onun da arkeoloji ve tarihten hoşlandığını öğrenmişti. Ayrıca kayıtsız gibi dursa da Sinem onun antikacıda çalıştığının farkındaydı.

Durakta son otobüsleri bekleyen bir yığın insan vardı. Durağın arkasında yer alan caminin etrafını çevreleyen alçak duvarın kenarına yaslandı. Bütün günün yorgunluğunun ardından yarın tatil yapacağı için kendini mutlu hissediyordu. Kentkartını bulmak için cebini yokladı. Kent kartı olmadan bu saatte evine dönmesi mümkün değildi. Cebinde beş kuruş parası yoktu. Elini diğer cebine attığında nihayet cebin derinliklerinde kalan karta ulaştı. Cebinden çıkarmakta zorlandığı kart, o anda elinden çıkarak kaldırıma fırladı. Kartı almak için kalabalığın arasında eğildiğinde aynı karta hamle yapan, kırmızı oje sürülmüş narin parmaklarıyla o küçük eli fark etti. Gözleri şimdi olduğu yerde kendisine gülümseyen, bu tanıdık bal rengi gözlerle karşı karşıyaydı. Karta ulaşma mücadelesi yapan iki genç kalabalığın arasında eğilmiş bir vaziyette birbirlerine bakıyorlardı.

Arda kendine geldiğinde yüzüne kondurduğu pespembe tebessümle Sinem elindeki kartı ona uzatıyordu. Genç kız içten bir tebessümle, "Orada kabul etmeyeceğini düşünerek söyleyemedim; ancak sonrasında yaptığımın yanlış olduğunu fark ettim, neyse ki seni kaçırmamışım. Ben arabayla gelmiştim, istersen seni evine bırakabilirim." dedi.

Arda, bugün belki de hayatının en hareketli, en heyecanlı gününü yaşıyordu. Arkadaşlarının davetini kabul ettiğinde aralanan kapılar sanki artık sonuna dek açılmıştı. Onun utangaç, kırılgan yanına inat kader, zoraki bir biçimde Sinem'i yoluna tekrar tekrar çıkarıyordu. Kızın teklifini mağrur bir tavırla –birine muhtaç görünemezdi- reddetti. "Sana zahmet vermek istemem, birazdan otobüsüm gelir."

Genç kız, "Rica ederim, ne zahmeti arabam da şurada zaten. Beni kırma lütfen!" diye emrivaki yapınca gönlünün derinliklerinde böylesine bir deneyime dünden razı olan o kıpır kıpır çocuk, bu nezaket içeren sözcüklerle bezenmiş emre karşı çıkamadı. Arda, yelkenleri suya indirmişti, iki genç arabaya kadar yürüdüler.

Sinem, Arda'ya antikacıdaki işleri ve dersler ile ilgili pek çok şey sordu bu kısacık sürede. Arda, utangaçlığını üzerinden atmaya çalışırcasına her defasında daha fazla sözcükle karşılık veriyordu. Pek çok kızın doğuştan var olan sezme yetisiyle Arda'nın fazla utangaç, insanlarla diyaloğa girme konusunda beceriksiz olduğunu sezmişti Sinem.

Kontağı çevirdiğinde yol boyunca yolun her iki yanında adeta geçenleri selamlar gibi duran servilere ve durakta bekleyen insanlara bakarak iç çekti genç kız. Kırmızı ışıkta durdular.

-Sanırım buradan ayrılmak pek kolay olmayacak.

-Nasıl yani? Ne ayrılığı?

Arda ilk kez bu kadar uzun göz göze kalabilmişti Sinem'le. Yüzünde hiçbir şey anlayamamış bir çocuğun sevimli eblekliği belirmişti.

-Yarın sabah 8.00 uçağı ile Amerika'ya gidiyorum. Bir değişim programı. Üniversiteyi orada tamamlayacağım. Orada yaşayan kız kardeşimle aynı daireyi paylaşacağız. Buradan ayrılmak o kadar zor geliyor ki anlatamam sana. Bu şehir, bu insanlar, bu gökyüzü... Bunları bir anda bırakıp gitmek inan ağır geliyor.


Arda geç bulup erken kaybetmenin bedeninde bıraktığı o tarif edilemez acıyı hissediyordu şimdi. Kader, onun bütün direnişlerine rağmen bu güzel kızı defalarca yoluna çıkarmış, o bütün ikramları zor beğenen bir müşteri gibi her defasında reddetse de kader, bu iki genç insanı yeniden buluşturmak için diretmişti. Şimdi talihi, bu olası filizlenmenin arifesinde onların yollarını epey uzun bir süreliğine ayıracaktı.

-Mecbur musun gitmeye, burada bitiremez miydin üniversiteyi? diye cevabını bildiği iki soru sordu.

Amerika'yı eğitim ve kariyer için şart görmeyi anlamsız buluyorum. İstenirse buralarda da önemli işler yapılabilir, diye de ekledi. Ne bu soruların ne de düşüncesinin bir anlamı vardı.


Kısa bir sessizliği ardından Arda, kafasını yol tarafına çevirerek boş kaldırımları izledi. Radyodan yükselen hoş tını iki genci de uzaklara götürmüş gibiydi. Sessizliği bölen Sinem oldu.

-Senin de kafanı şişirdim kendi dertlerimle.

-Yok canım estağfurullah, geç tanıştık; erken vedalaşacağız sanırım, diye kendince cüretkâr bir cümle kurdu Arda.

-Ya evet, aslında simanı okuldan hatırlıyordum Arda, antikacıya gelip seni orada gördüğümde birkaç defa konuşmayı da istedim ama nedense çok meşgul gibiydin ya da önemli işlerin peşindeymiş gibi davranıyordun. Seni rahatsız etmek istemedim açıkçası.

Arda, seni gördüğümde hissettiğim heyecanla ne yapacağımı şaşırıyordum, elim ayağıma dolanıyordu, ağzımdan çoğu zaman zoraki çıkan sözcükler en kuytu köşelerime saklanıyorlardı. Hem seninle deliler gibi konuşmak istiyor hem de bunu yaparsam kalpten giderim korkusunu üzerimden atamıyordum, demek istedi ama "Evet, patron biraz aksidir sürekli bir şeyler buyuruyordu." demekle yetindi.

-Çok güzel bir yer orası. Orada kendimi inanılmaz rahatlamış hissediyordum Arda. Sanki beni geçmişe götüren bir kapıdan geçiyordum antikacıya girerken. Oraya her geldiğimde almayı arzu ettiğim bir yüzük vardı. Onunla aşk yaşıyorduk, diyebilirim. Sürekli onun etrafında dolaşıyordum, ışığın etrafında dönen pervaneler gibi. O kadar güzeldi ki. Ah, ama harçlıklarımı birleştirip de onu almak bir türlü mümkün olmadı.

Arda, Sinem'in etrafında dolandığı yakut taşlı 19. yüzyıldan kalma yüzüğü çok iyi hatırlıyordu. Yüzük oldukça pahalıydı. En azından bir öğrencinin pek çok harçlığını birleştirse de alamayacağı kadar pahalıydı. Sinem'e cevap vermek zorunda hissederek, "O yüzük oradakilerin en güzelidir." diyebildi.


Yolu yarıladıklarında Sinem hayıflandığını belli ederek Arda'ya döndü.

-Kaderin cilvesine bak ki babamın gönderdiği son para ile o çok arzu ettiğim yüzüğü alabilecektim ama ne yazık ki sabah en geç 6'da havaalanında olmalıyım. Sanırım şairin de dediği gibi “İsteği gerçekleştirmez isteğin yoğunluğu”.

Arda, yıllar boyunca onu dümdüz bir yolda etliye sütlüye karıştırmadan yürüten, onu sıkıcı bir hayata mahkûm eden kaderine isyan edercesine, aşk duygusunu onunla keşfettiğini hissettiği bu güzelliğe bir jest yapmak istedi. Okuduğu romanlarda, hatta dersini aldığı tarih kitaplarında böyle anlatılmıyor muydu aşk? Aslan yürekli şövalye prensesi için her türlü çılgınlığı yapmayacak mıydı? Sevgiliye kavuşamayacağını bilse de yalnızca güzel gülüşünü görerek canını vermek isteyen şairleri okumamış mıydı? Yarından itibaren bir daha göremeyecek olsa da sevdiği için bir şey yapmak istedi; ilk kez üzerindeki ürkekliğin gittiğini, yapacağı şeyle bir şeyleri kendine kanıtlayabileceğini düşündü.

-Şuradan sağa döner misin, dükkâna gidiyoruz.


Dükkânın önüne gelmişlerdi bile. Genç kız arabayı durdurup Arda'ya döndü: "Böyle bir şeyi yaptığına inanamıyorum, beni ne kadar mutlu ettiğine inanamazsın Arda ama yine de bu riski almanı istemiyorum, sonuçta ne olursa olsun gecenin bir vakti dükkânı açmak pek mantıklı değil gibi. Başını belaya sokmanı istemem.”


Arda, okuduğu roman kahramanlarının, hayatında yer etmiş filmlerin aktris ve aktörlerinin destek nidâlarını kulaklarında hissediyor; aşık olduğu insan için bir şey yapabilmenin haklı gururunu yaşıyordu. Gözleri kıvançla parladı. Daha önce kendisinden hiç duyulmamış kararlı bir ses tonuyla,

-Sinem, aylardır bu yüzük için yanıp tutuştuğunu anlıyorum. Yarın buralardan uzaklaşacak olman çok istediğin o şeye ulaşamayacağın anlamına gelmiyor. Hem parasıyla değil mi? Ha bugün ha yarın. Ben bugün şunu anladım: Çok uzaklarda da olsa istediğin şey asla karamsarlığa düşürmemeli insanı, kader her zaman bizi arzu ettiklerimize götürecek yolu seçeneklerinin arasına yerleştiriyor. İlk bakışta bu yol girilmemesi gereken bir yol gibi gözükse de bize düşen o yolun sonuna kadar gitmek. İnsan çılgın gibi arzu ettiği şeye ulaşabilir Sinem, gerçekten inanıyorsa ulaşabilir, buna inanıyorum.

Arda, şimdi gözlerine dolu gözlerle bakan bu güzelliğin son kurduğu cümleden kendisini haftalardır deli gibi arzuladığını anlamasını beklemişti. İçinde ne varsa haykırmak istiyor, ona bu denli yaklaşmışken yakınlarında olması için yalvarmayı aklından geçiriyordu.

Sözlerinin ardından kızın gözlerine değil de dudaklarına baktığını fark etti. Kalbi dört nala koşan bir atın toprağı dövdüğü gibi göğüs kafesini dövüyor, genç adam sesi gittikçe artan soluk alıp verişlerinin duyulacağından korkuyordu. Sarışın kız Arda'ya daha da yaklaşmıştı. Daha da yakındılar artık. Bu, bin yıllar boyunca yer hareketleriyle santim santim birbirine yaklaşan büyük kara parçalarının görkemli buluşmasını andırıyordu. Az sonra göğün kapkaranlık yüzünü bir anda aydınlatan şimşeklerin yaptığı gibi bu iki gencin soluduğu hava elektriklenebilirdi.

-İçeri girip yüzüğü alsak iyi olacak Sinem, diyerek kapıyı ilk açan Arda oldu. İçinden kendine ve utangaçlığına küfürler ediyor, belki bir daha asla yakalayamayacağı bu fırsatı tepmiş olduğuna inanmak istemiyordu. Genç kız arabanın kapılarını kapamak için elinde tuttuğu anahtarlığı kullandıktan sonra dışarıda kendisini bekleyen Arda'nın yanına geldi.

Arda az evvel yaşananları beyninde defalarca yaşıyor, gerçekte o âna dönemeyeceğini, hatasını telafi edemeyeceğini bilse de kafasında arzu ettiği şeye ulaşıyordu. Bütün bu düşünceler arasında genç kızın "Anahtarlar yanında değil mi?" sorusuna biraz gecikmeli de olsa yanıt verebildi.

-Efendim, a evet tabii ki yanımda.

Tıpkı otobüsü beklerken çıkarmakta zorlandığı kentkartı gibi anahtarlar da cebinin en ücra köşesinde kendisini alarak deliğe sokacak parmakları bekliyordu. Bu sırada hınzır bir rüzgâr sokakta yerlere saçılmış bir tomar gazete kağıdını ve orada burada duran bir sürü kuru yaprağı havalandırdı. Rüzgârın etkisiyle havaya kalkan kum taneleri sağ gözüne kaçmıştı Arda’nın. Gözüne toz kaçan herkes bilir, bu durum gece karanlığında gözlerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyan genç adamı inanılmaz rahatsız ediyordu. Genç kıza bu durumu çaktırmamak adına ses etmedi. Bir müddet cebinde anahtarları arayan Arda zorlansa da anahtarları oradan çıkarmayı başarmıştı. Öncelikle dükkânın alarmını anahtarlık yardımıyla devre dışı bıraktı, sonrasında kapıyı örten kepengin kilidini açması gerekiyordu. Sağ gözü içine kaçan tozdan resmen sırılsıklam olmuş, yanağına yaşlar süzülmüştü. Arda'nın son istediği şey Sinem'in onu ağlıyor sanmasıydı. Gözünü her hareket ettirişinde onu adeta deli eden bir rahatsızlık duyumsuyordu. Her şeye rağmen kaldırıma eğilerek bu işi de görmeyi bildi. Büyük bir gürültüyle kepengi kaldırdı. Artık kepenk açılmış, kapı açılmayı bekliyordu. Kilide anahtarı usulca soktu ve gözündeki acıya rağmen zor bir işi başarmış bir çocuğun sevincini yüzüne sarıp arkasında beklemekte olan Sinem'e gülümseyerek döndü. Sonunda başa...


Temmuz 2006-Alsancak Devlet Hastanesi

-Anneciğim nasılsın, ah kıyamam ben kuzuma, sonunda uyanabildin!

-Anne! Neredeyim ben ne oldu bana?

-Ah canım benim biz de bilmiyoruz aslında, polisler bunu araştırıyorlar. Çok şükür hayattasın ya. Seni dükkânın önündeki kaldırımda duvara dayanmış uyuyorken bulmuşlar. Şükür ki bir şeyin yok. Sanırım soluduğun bir gazdan ötürü bayılmışsın. Bunu yapanın elleri kırılsın inşallah. Polis, kamera kayıtlarından biri kız iki erkeğin çalıştığın dükkânı soyduğunu, ertesi günkü açık artırmada satışa sunulacak olan milyon dolarlık takıları kasayla beraber kaçırdıklarını sonra da sırra kadem bastıklarını tespit etmiş. Ama sen bunları boşver kuzum, iyisin ya! Bir şeyin yok ya çok şükür yaratana.

-Nas.. Nasıl.. Nasıl yaaa!