"Bilakis yaşam tecrübeleri, insanın damarları için mükemmel vakıalardır. Şayet onlar olmasa idi; bilim ve ilim dediğimiz şu anlayış mefhumları; disiplinleri bulunabilir miydi? Bakın bu disiplin kavramını Fransızların deyişleri gibi kullanıyorum, Almanların değil. Burada kati surette bir ayrım gözetiyorum. Lütfen sizlerde bunu küçük defterlerinize not ediniz. Sınavda da tam olarak bu biçimde kullanılmış bir disiplini sizlerden görmek isterim."
Üniversite hocası sakince işlediği konunun sonunda bu notcuğu bizlere dikte ettiriyordu. Ben ki, o anlar içerisinde defterime, Gewehr 98 kodlu keskin nişancı tüfeğini çizmeye çalışıyordum. Bu tüfek, öyle güçlü bir icattı ki, üç yüz metre mesafedeki bir ayının kafatasını ikiye yarabilirdi. Yedi altmış ikilik mermi çapı ile ağır bir tüfekti. Alman icadı olduğunu söyleyebilirim. Bu Almanlar oldukça fena insanlar. Barutu, küçük bir kapsüle sıkıştırmak süper bir fikirmiş. Bunu düşündükçe çok daha coşkunlukla tüfeği çizmeyi sürdürüyordum. En çok dipçik ve namlu kısmında oyalandım. Dipçik kısmı omuza göre tasarlanmıştı. İpince bir çizgi olarak görülüyordu ancak. Bu dipçiğe omuzu koyduktan sonra arpacığa bakmayı hayal ediyordum. Orada, işte bir Fransız askeri "Hurra!" diye diye koşturuyordu. İki eliyle tüfeğini kavramış tabi. Süngüsünü de ucuna takmış. Sanki bizde mermi yokmuşçasına koşturuyor andaval. Ama ne yapsın, komut edicisi arkasından bağırmıştır. "Koş Henry! Koş Fransua!" İşte beşli paket mermi kapsüllerini yatağa taktım. Gemi çektim ve sertçe bıraktım. Birinci madalyon namlunun ağzında. Tetiği çekmemle çekirdeğin ucundan çıkıp, Fransua'nın göğsüne saplanması birkaç saniye sürecek. Bu tüfeğin mekanizmasının diğerlerinden ayıran nitelik bu zaten. Tam altı yüz metre uzaklıktaki, toprak eşeleyen domuzu yaralayabilmek birkaç saniyelik iş.
Aslında Fransua'yı vurmuyorum. Fransua kim ki? O sadece bitli piyade. Siperlerdeki böcek. Ben, Fransua'nın arkasındakilerin iradesine hedef alıyorum. Fransua çünkü geriye gidemez. Biliyor musunuz, bunlar geri çekilemezler. Çünkü arkalarındaki topçu tugayının komutanı, top namlularını bunların enselerine göre ayarlı tutuyor. Geriye dönse ölüm, öne çıkıp koştursa ölüm. Fransua, sen ölmek için doğdun. Dikenli teller derini yırtıyor, kaç gündür yıkanmıyorsun kırk iki mi? Tüfek çağında ne zırhı? Kalın gömlek yeter. Zırh olsa ne ki? Bu horoz, pime vurdukça baruttan açığa çıkan enerji çekirdeği akıl almaz bir kuvvetle itiyor. Fransua zırh giyse de giymese de biraz sonra yerde. "Lydie, aşkım!" desin isterse. Öldün oğlum Fransalı. Öldün. Buradan cesedini bile almayacaklar. Her yer birbiri içerisine girmiş zaten. Kurtçuklar, larvalar, akbabalar ve bazense çakalların midesi için yemeksin. Boşa gitmedin merak etmesinler. Doğada canlı ya da duygu ayırt etmeksizin kurumlanmış bir döngü vardır.
Ben kalın, ama kalın, bir top mermisine dayanabilecek oranda kalın duvarlı siperin ardındayım. Fakat sen tepeleme, yarma harekatı fikri ile koştun üzerimize. Sonuç? "Lydieee!"
Sadece Fransua mı ölen? Hayır. Onun temsil ettikleri de. Bir savaşın ana doktrini şudur: Düşmanın iradesini kırmak. Bakın bizde Blitzkrieg harekat anlayışı vardır. Nedir bu? Düşman henüz savaşın başladığının farkına varamamışken, henüz daha toparlanıp hazırlanamamışken temel noktaların üzerine çökmek, ani hücumlarla ağır darbeler indirmektir. İşte orada, düşman; geri bölgede hazırlık yapmayı canı istemez. Beyaz bayrağı göndere çeker ve antlaşma masasına oturur. Bu öğreti niye var derseniz, hedefimiz dünyanın fethidir. Her düşman ülkeyle uzun süre savaşılamaz. Bu amma da vakit kaybıdır. Berlin'den Pekin'e kaç ülke var? Her biri için ayrı ayrı üç ila beş yıl süre harcansa, Führer'in yaş sınırı bin kırık değil ya, yani ölme eşeğim ölme. Birkaç ay içerisinde Fransa teslim olmalı. Burası Paris'in güneyi, Seine ırmağının kırk kilometre doğusu. Bunlar Cumhuriyetçiydi. Ayrılıkçıydı. Hem zamanında kutsal imparatorluğumuzu dağıttılar. HRE! Alçak Napolyon ve onun kare taburları. Kare formasyonu, nasıl? Çölde bedevilere karşı işine yaradı diye Pön'de de yaraması tuhaf. Bir beşlik paket daha taktım. Herhalde Jean öldü. Aferin Otto'ya. Otto çok sağlam çocuk. Aşırı kendini bilen birisi. Bir görev üstlensin, geceleri bile uyumaz. Bizde Otto gibiler varken gerek yok SuperSoldier'a. O ilaçlar, belki sonraki sarışınlara nasip olur. Doğrusu merak etmiyor da değilim. 'Süper Asker! Süper Asker!' diye fanatikler bağırırdı beni görünce. Kızlar hasta olurlardı tabi. Ellerindeki siyah gülleri, üzerime atarlardı birer birer. Bir de Führer! omzuma çakardı madalyonu. Saçları da geriye doğru tarardım. Şu İtalyan puroları güzel oluyor, onlardan birisini cebimden ihmal etmezdim. İşte, Hugo ile Bellamy de yere serildi. Birisinin bacağı kırılmış herhalde. Bismarck vurmuş olmalı. Ya da mayına basmıştır. Bu taarruzlarından hiç ümit yok. Ölüme koşuyorlar. Biraz zorlasalardı bari anlatacak öyküler çıkardı. Makineli Hans kaçıncıyı taradı sayamadım. Ben ağırdan alıyorum, adrenalin ve gerilim biraz zevk versin istiyorum ama bu iş biterse iki saate bitmeli. En olmadı zehirli gaz sıkarız. Hardal gazı var yanımızda. Bizi etkilemez bu gaz çünkü her askerin zorunlu alarak zimmetine aldığı maskeler var.
Bir gün Berlin sokaklarında işsizce dolanıyordum. İşsizlerin lakabı belliydi. Büyük kriz patlak verdiğinde çoğunluk işsiz kalırdı zaten. İşsizlik, hiper enflasyonun kokuşan başıdır. Sinekler uçuşur o başın etrafında. Sonra gövde çürür. Sonra ise ayaklar, pat yere devrilir ne varsa. Bazıları hiç öğrenemiyor. Büyük kitleler işsiz bırakılamazlar. Bakın işte Hi Führer'e. O çıktı piyasaya. "Böyle şey mi olur?" dedi. Oldukça şık gömleği ve kapkara takım elbisesi vardı. Pek parlak görünmüyordu fakat cazibeliydi. Ateşli konuşuyordu. Bomboş gönlüme bir amaç, bir kıvılcım yükledi. Ne yapacaktım onu dinlemeseydim? Sokak sokak dolanıp teneke tekmeleyecektim. Oysa şimdi o neredeyse oraya gidiyorum. Kahverengi gömlekliler adında tayfası varmış. Derhal gittim şubeye adımı dikkatle yazdırdım. "Thomas Mahınmah!" Özenle yazdırdım bu adı. Oldukça kararlı yazdırdım. İyi ki yazdırmışım. Bakın şimdi buradayım. Burada olmak, yani bu kusturucu leş kokusuna katlanmak; Gretel'in cevizli çöreklerinin kokusunu içe çekmekten daha iyi bana kalırsa. Burada bir işe yarıyorum hiç olmazsa. Alman idealleri için yaşıyor ve onlar için türlü zorluklara katlanıyorum. Bana ad yazdırmanın ardından künye vermişlerdi. Epeydir göğsümde taşıyorum onu. Bu; benim varoluşumun ilk maddesiydi. Rene adında bir Fransız karşıma çıksa ve dese ki: "Thomas Mahınmah! Sen düşünsel bir ziynetsin!" Ona, hayır ahbap, ben maddeyim! diye bağıracağım fakat aralarından çıkmıyor. Muharebe bittiğinde özellikle gidip tekmeliyorum vücutları. Ya ceset ya da ağır yaralı. Ceset çıkınca umudum kalmıyor, hayal kırıklığına uğruyorum tabi. Fakat muhteşem Alman teknolojisi karşısında kim sağ kalabilir ki? Burada kurşunların söz hakları vardır. Kurşun sesi, duyacağınız son sözdür. Bir mermimin üzerine yazacağım bunu. "Antromoriarty!" Yani; Söz, kurşundur! Ah, hep böyle müthiş olmak zorunda mısın Almanca? Diğer ağır yaralı olanlarsa spazm geçiriyorlar. Aşırı titremeler, kan kusmalar, bağırmalar ve iniltiler. İyi ki, kurda benzer köpeklerimiz var. Onları zincirlerinden salıyoruz. Burada inim inim inleyen bir Fransız varsa boğuyorlar. Ölü taklidine ise aldanmıyorlar! Siperlerini basmıştık bir gün, cesetleri üzerine örterek kovuğa saklanmışları bulduk. İşte bu köpekler. Tam tamına Fransız avcılarıdır.
Sonra defterime "Fransız usulü disiplin!" diye not almıştım. Bu hoca da amma geriyor öğrenciyi. Dışarıda hayat türlü türlüyken Fransız usulü disiplin neye yarar. Hem ki, Paris'e mi gideceğim var? Bursa'dan İzmir'e bile geçemiyorum. Ama istediğini vermezsem de beni derste bırakacak. Hangi birisiyle uğraşılır ki bunların? Bu dönem tam on iki ders döşemişler takvime. Sanki hayatımda başka şeyler yokmuşçasına mı düşünüyorlar? Garip doğrusu, bu dersler de öyle kolay dersler değil. Çoğunluğu formül falan ama yine akılda tutmak, yeri geldi mi işlem yapmak kolay olmuyor. Akışkanlar Mekaniği, Termodinamik... Bunlar ciddi ve uzun konular. Oysa Thomas Mahınmah'ın kullandığı araçlar ve gereçler mühendislik harikaları. İstesem de istemesem de öğrenmek zorundayım bunları. Çok dikkatlice çözümlemelerde bulunduğumda; yerküredeki lav sokulumlarını net olarak görebiliyorum. Bunlar foseptik çukurlardan bile daha korkutucu. Tüm bunlar, yani uzun ateş kolları hayli inanılmaz şeylerdi. Fakat işte konu bu değil. Konu hocanın çivi gibi tavrı. Fransız usulü disiplin! Kruvasan mıyım ben?