Aklımı bir metro istasyonunda buluyorum.


Soğuk, duvarları dünyanın en zevksiz mavisine boyalı ufak taşlarla kaplı bir istasyonda.

Bu öyle bir metro istasyonu ki, hiç liseli genç yok içinde gitar çalan. Test çözenini gördüm beş dakikacık bekleyişi esnasın, merdiven altındaki yuvarlak oyuklara oturup. Görev bilinci, dedim, önemli. İşi vardı, rahatsız etmemeye gayret ettim; pil yapıyor çünkü orada, tuz falan yapıyor. Yani, yapmıyor da, yapabilir mi ona bakıyor. Baksın. Günün birinde evde tuz kalmazsa da asit ve bazı mutlaka bulacaktır çünkü, bunları yapabilmesi lazım. Müfredat öyle diyor. Alkadien

neydi diye hatırlamaya çalışıyor sonra ama sanırım başaramayacak. Ben deniyorum: alkadieeeeen … I ıh, başaramadım ben de. Kızım olsa adını “alkadien” koyabilirdim ama, diye geçiriyorum içimden. Bir elf prensesinin adını çağrıştırıyor bana nedense.


Aklıma sesleniyorum, duymuyor.


Yoksa duymuyormuş gibi mi yapıyor? Neden bana haber vermeden çekti gitti bu havada sahi? Hava eksi yirmi iki dereceydi üç sabah önce. Bugün o kadar soğuk değildi, kabul, eksi sekiz belki; eksi yirmi ikiyi de gördü ama hani bu gözler, onu da söyleyeyim. Neyse. Belki de bir şeyler düşünüyordur, ondan duymamıştır. Zaten benimleyken de bazen başka şeyler

düşündüğü oluyor bende gayrı. Bazen hiç bir şey düşünmüyor. O zamanlar da şarkılara sığınma fırsatını boş geçmiyorum ben de zira bom boş kafa çekilmiyor fikrimce. Ne diyor şimdinin müptezel ergenleri? Heh, "Boş kafa mezara!”. Yine de şu an böylesi bir boşluktan söz edemeyeceğimiz aşikar. Duymuyor çünkü beni ne kadar seslensem de, yoksa duyardı (değil mi?). Ben bana seslendiklerinde duyuyorum çünkü çoğu zaman. Hatta, bazen seslenmediklerinde de duyuyorum. Mesela, "O" bir seneden fazladır susuyor, bense aylardır sağıma çeviriyorum kafamı, biraz da aşağı; orada olmuyor. Genelde orada olurdu, sol profilden daha güzel göründüğüne inanıyordu çünkü. Soluma dönüyorum, orada da yok. Sonrasında bazen uyanıyorum, bakıyorum sadece o değil, aklım da yerinde yok. Kimi zaman da zaten uyanık olduğumu fark ediyorum. O’nu hiç olduramıyorum sesin geldiği yerde.


Hey! Bu insanlar neden yürüyen merdivenin her iki şeridini de işgal ediyor? Biraz medeniyet?


Metronun hareketini bildiren düdüğü istasyondakilerin bir kısmının irkilmesine neden oluyor. Aklım bu gruba dahil değil. Onun hareketlerinde hiç bir değişiklik yok. Ben de irkilmedim çünkü kulaklığımda keltoş Paul Abi kaleler inşa ediyor sevdiceğiyle. Aklım benimle olsaydı o da dinlerdi, kaçırdı hayta. Nereye gidiyor? Nereye gittiğini biliyor mu?

bir rotası var mı? Bu soruların cevaplarını bilmiyorum ama tahminlerim var.


Bir kadın aklıma doğru bakıyor dik dik. Sanki onu görüyor gibi ama aklımı sadece benim görebildiğimi önceki çekip gidişlerinden tecrübe etmiş durumdayım. Zaten ondan bu kadar sakinim sanırım. İlk gittiğinde nasıl da telaşlandığımı hatırlıyorum da... O saatte iti var, kopuğu var (dı. evet, benden daha itleri vardı kesin). Her şeyi geçtim, insanlar alışık değildir diye düşündüm böyle şeylere. Otuz yedi kişi küçücük şeyin üstüne çullanıverir, bilemeyip bunun bir adamın ufacık aklı olduğunu. Samsun’da koca bir mahalle yaban domuzunun peşine düşüp en sonunda kafasını taşla ezerek öldürmüşlerdi o vakitler ve bu beni kaygılandırmaya yetecek kadar travmatikti. Hemen fırladım sokağa. Sağa, sola bakındım yok; taksi durağının oraya kadar indim yok. Bir buçuk saat kadar sonra O’nun odasının camının karşısındaki otoparkta buldum. O'nu izliyor. Benliğinde ne varsa sallıyor, saçıyor ortalığa fark edilmek adına, ama ne varsa. Nafile. O'nun odasından çıktığını gördüğüm gibi koştum aldım aklımı oradan. Ne kadar telaşlandığımı anlattım, bunun böyle olmayacağını söyledim, çünkü ısrarlı takip suçtur efendiler her şeyden önce. Hem başını alıp gitmek ne ya,

diye çıkıştım. Sonra dedim: oğlum sen mal mısın? Bir de akıl olacaksın. Neden gidiyorsun ta camının önüne? Ne düşünmüştün ki amına koyayım?! Düşünmedim bir şey ya, bir siktir git, amına koyayım, dedi. Bu aralar düşünemediği oluyor keratanın, gitmedim üstüne daha.


Aklım metroya biniyor, ben yetişemedim henüz onun bineceği vagona. Yetişemedim çünkü insanların hiç acelesi yok ölümü yürüyen merdivenlerde beklerken. Aferin ama, kimin aklı be, bekliyor sırasını; itmiyor milleti arkalarından. Gurur duyuyorum aklımla. Acelesi yok belli ki, diyorum; ayakta gitse de olur zaten.


Ayak? Pardon, aklım karışmış olmalı. Aklım? Sanırım aklımı kaçırıyorum!

Kaçırdım.

Bindi metroya, ben yine yetişemedim.