Kadim çağlardan bu yana bilgi mefhumu insanlık için en değerli hazinelerden biri olmuştur. Zira bilgiyi yöneten birey veya toplumlar diğerlerine karşı er ya da geç üstün gelmişlerdir. Hangi bitkilerin zehirli, hangi bitkilerin faydalı olduğunun tespitiyle başlayan bilgi yolculuğumuz artık uzayın sınırlarına uzanmaya başlamıştır. Bugün geldiğimiz noktada ise bilişim teknolojilerinin varlığı ile bilgiye kolay ve hızlı ulaşım, çağımızı “Bilgi Çağı” olarak adlandırmamıza sebebiyet vermiştir.


Bilgi çağı insanı olarak bizlere, bilginin çok önemli bir olgu olduğu düşüncesi aşılandı. Ne kadar çok bilirsek o kadar üstün geleceğimiz fikri ile büyüdük. Kitapların ve internetin altını üstüne getirmeye başladık. Her bilgi kırıntısı ile dopamin salgılayan zihnimiz, ilkel atalarımıza selam çaktı. Elbette bilginin önemi su götürmez bir gerçek, fakat bilgi ve hayat hakkında eksik geliştirilen anlayış, çağımız insanını farkında olmadan uçuruma sürüklüyor. Hayat arenasında, problem çözmede en mahir canlı olan insan, artık bilginin uygulayıcısı değil taşıyıcısı haline gelmiş durumda. Unvanımızı problem çözerek almışken ve bilgiyi de problem çözmek için ediniyorken, bilgi edinmenin kendisi çözmemiz gereken bir problem halini aldı. Oysa hayat hakkında biraz düşünen biri hayatın hedefinin bilgi değil eylem olduğu düşüncesini keşfedebilir.


Evet, hayatın hedefi bilgi değil eylemdir. Bu mantrayı, içerisine düştüğümüz bilgiyi amaç edinme illüzyonuna karşı bir panzehir olarak kullanabiliriz. Hayat hiçbir safhasında bilgiyi hedeflememiştir, canlılık bilgi ile değil; deneme yanılma, hayatta kalma veya soyu tükenme ile zaman içerisinde gelişmiştir. Hayat ilerlemecidir. Bilgi ise ilerlemeler sonucunda ortaya çıkan yeni problemlerin çözümlerine katkı sağladığı ölçüde gelişmiştir. Bu söylediklerimle bilginin hayat içerisindeki değerini sorgulamıyorum, bilginin hayat içerisindeki yerini sorguluyorum.


Peki, biz ölümlüler bir araç olan bilgiyi neden amaç edindik? Çünkü çok boyutlu olan varlığımızın fiziksel tarafı artık ilkel dönemler kadar yaşam tehdidi altında değil. Daha korunaklı şehirlerde tekdüze bir hayat yaşıyoruz. Bunun sonucunda ise bir sonraki bilinmeyene yani tehdide kadar en fazla şeyi bilmeye yöneliyoruz. Bu durum ise bizi durmaksızın bilgi edinen ama bilgiyi nasıl uygulayacağını bilmeyen, ilerleyemeyen, problem çözemeyen pasif canlılar haline getiriyor. Üstüne üstlük edindiğimiz bilgiler de çoğunlukla işe yaramıyor, gerçek hayatla yoğrulmayan bilgi kulelerimiz ilk fırtınada yerle bir oluyor.


Ne yapmalıyız? Stratejinin en yüksek noktası eylemi bilgiye, bilgiyi ise eyleme dönüştürmektir. Bizi geliştirecek problemlere atılmalıyız, boyumuzdan büyük işlere kalkışmalıyız. Bilgimiz gerçek hayata temas ettikçe araçlar ve amaçlarımız netleşecek. Problemleri zihnimiz ve bilgimizle aşacağız. Aştıkça ilerleyeceğiz. İlerledikçe yeni bilgiler keşfedeceğiz. Ancak böyle olursa, hayatın en yetenekli problem çözücüsü olan insan, varlığını daha da ileriye taşıyabilir.