Aradan aylar geçti. 11 ay. Hala Hatay deyince üzülüyorum, sinirleniyorum, öfkeleniyorum. Çünkü oradaki insanlara doğru bir şekilde davranılmadı. Hatay özelinde bütün depremzedelere... Ama Hatay deyince bir yutkunma alıyor beni. Gözlerim uzaklara dalıyor birkaç saniye, Hatay’lı birisini görünce o acıyı tekrar tekrar yaşıyorum. O insanlara düzgün bir şekilde davranılmadı.

Her zaman kötü olaylar yaşanır. Herkesin başına musibetler gelir. Ama sonucunda insanlar olarak o musibetleri yaşayan diğer insanlara nasıl bir tutum sergileyeceğiz, halk olarak, yöneticiler olarak, devlet olarak... 50.783 insan ölmüş ve nice yaralı mevcut. Sayıyı yazmadan önce Google'dan tekrar kontrol ettim. 50 bin küsur ya da yaklaşık 50 bin diyerek geçiyoruz ama orada o küsuratın içerisinde olan 783 kişinin ölümü bile başlı başına bir felakettir. İnsanlar felaketler sırasında bir sayıya dönüşür; o sayıdaki her bir insanın umutları, hayalleri, üzüntüleri, mutlulukları, pişmanlıkları, yanlışları ve doğruları; tahayyül edilmekten uzak bir sayının içerisinde eriyip gider ve artık küsuratların içerisinde yer alır. Sanki o insan hiç yaşamamış gibidir, ölürken bile manası bir sayıya indirgenmiştir. İşte 10 bin ile 50 bin arasındaki yıkım farkını, acı farkını bile anlayamayan insanlar küsurata ya da yaşayanlara o acının içinden yoğrulup gelenlere gerekli takdiri gösteremedi. Zaten demokratik olmayan bir halk tepkiler gösterdi, sırf istedikleri gibi olmadı diye; kendi hayat tarzlarına uymadığı için kendi şehirlerine gelen depremzedeleri hor gördüler, kötü gözle baktılar, bir de kendilerini sanki anlık bir acıymışsına ben yapacağımı yaptım diyerek avuttular o küçücük vicdanlarını temize geçirdiler. Sözde hoşgörülü bir halkız, birbirimizin acısını paylaşırız vs. vs. ama gerçekte yardım elini uzattığımız kişi bizim ona yüklediğimiz küçümseyici role büründüğü sürece. Eylülde tekrardan Hatay’a gittiğimde oradaki insanlarla konuştuğumda bir çoğu başka yerlere yaşamaya gitmiş ama yapamadan dönmüş çünkü insanların kendilerine küçümseyici, acıyan bakışlarını kendilerine had bildiren ve şu marka kıyafeti giyemezsin bu yemeği bu restoranda yiyemezsin sen ne biçim depremzedesin diyen, had bildiren tutumlarını gururuna yediremediler. Halkın bu küstahlığına devlet ne yaptı peki? Yapacağımızı yapıyoruz rahat olun dediler oy çoğunluğu olan batıdaki yerlere ve olayın üzerini kapattılar. Muhalefet peki? Halkı ciddiye bile almadılar zaten bunlar bize oy verirler diyip orada sadece insanları dinlemek ve düşüncelerini öğrenmek ya da sadece duygularını paylaşabilecekleri bir alan oluşturmak yerine her zaman yaptığı gibi halkı hakir görerek, ne bilir bunlar diyerek tepeden bir sistem oluşturma düşüncesi içerisinde oy kaynağı olarak görmekten öteye geçmediler. Sonra seçim de bitti gitti. Peki medya ne yaptı bu esnada ve sonrasında? Hiçbir şey. Sözde hepimizin şahsi meselesi... Türkiye için tepi topu üç tane şehir var aslında. İstanbul, İzmir, Ankara. Bunlarda özellikle de İstanbul'da olan bir gelişme her şeyden önemli bir durumda.” Kim bu vatan için olmaz ki feda” diyor İstiklal Marşı'mızda fakat vatan denen haritada tepeden baktığımız çizgisel bir düzlem mi yoksa içindeki insanlarla bir bütün mü? Hakkari'ye gittiğimde, oradaki insanların halini gördüğümde aynı küstahlığa benim de düştüğümü fark ettim. Birkaç bölgeye, şehre ve o şehirlerin dinamiğine göre ülke hakkında büyük büyük laflar ediyoruz ama o insanların bırakın savaşı daha barışta yaşadığı ortam koşullarının zorluğunu gidip görmediğimiz ve de bilmediğimiz için izafi konuşmaların ötesine geçemiyoruz. Aynı şey Hatay için ve diğer deprem bölgeleri için de geçerli. ”orada bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür” denilen ama gerçekte unutulup giden bir bölge. Bunu hatırlatması gereken medya aksine bize daha da unutturmaya çalıştı! Hakkari’de Antakya’lı Uzman Çavuş Muharrem ile tanıştım. Kuzeninden bahsetti bana. Birkaç aylık hamileyken depremde kocası ölüyor. Çocuğuna eşinin adını koyuyor. İşte anlatılmayan, dikkate alınmayan ve küsuratlarda yitip giden bir hayat ve o küsuratın iki kişinin kalbinde hayatları boyunca iyileştiremeyecekleri bir yara. Ama o iki kişi de sadece bir küsurat. Ya da Samandağ’lı arkadaşım Yusuf’un köyünde pek bir yıkım olmamasına rağmen köy ahalisi geceleri bir çember şeklinde oturup depreme nasıl ve nerede yakalandığını birbirlerine anlatıyordu. Çünkü yıkım olsun olmasın deprem ve yaşadıkları deprem korkularından bir kaçış yoktu. Bunu konuşarak, bir nevi kendi kendilerine grup terapisini icat ederek aşmaya çalıştılar. O sırada ve sonrasında yine yalnızdılar yine unutuldular. Nasıl ki daha deprem döneminde olay da sıcağı sıcağınayken halkın duygularını aktarmaya çalışmadıysa ve hatta engellediyse medya felaketi unutturmaya devam etti. Haber kanallarında program başlamadan önce ya da biterken 5-10 dkliğine(yeni nesil medyada 20-30 dkliğine) komik düşme videoları, istanbulun bir yerinde gerçekleşen artık sıradanlaşmış ölüm haberleri, hırsızlık haberleri ve de komik kedi videoları gösteriliyor. Halbuki Hatay başta olmak üzere o bölgedeki her insanın artık bir film gibi olan hayat hikayesini, trajedisini, kendi içlerinde gönüllerine su serpmek için yaşamaya devam etmek için mutluluklarını, depremi normalize eden esprilerini, yitirilen yaşamlara paramparça olan binalara inat herkesin kültürünü korumak adına kurdukları organizayonları ekran önüne çıkaracakken orada bir şehir var uzakta diyerek unutulup gitmesine göz yumuldu. O insanlara düzgün bir şekilde davranılmadı.

Bu yüzden Hatay’la ilgili bir şeyle karşılaşınca içimde bir öfke kabarıyor. Bu öfkenin bir kısmı da kendime yansıyor. Ben doğru mu davrandım demekten, düşünmekten kendimi alamıyorum. Hatay’da çalışırken doğru mu davrandık, davrandım? Belki doğrularım oldu ama yanlışlarım da oldu oradaki 14 gün boyunca. Peki sonrasındaki süreçte? Benim bakışlarımda, sözlerimde saygı değil de acıma içeren bir yan oldu mu? Böyle bir küstahlığı ben de yaptım mı? Ben de diğer insanlar gibi “had bildirdim mi”? Belki doğrudan olmadı, ama zihnimde bakışlarımda olmadı mı gerçekten? Bunun pişmanlığı bana ağır geliyor ve gelmeye de devam etmeli,bazı hataların cezaları ömür boyudur. O insanlara düzgün bir şekilde davranmadım, o “insanlarımıza” düzgün bir şekilde davranmadım.