Sadece tek bir ana odaklanıp diğer her şeyi unuttuğumuz bir “AN” var. Hatta odaklandığımızı bile unuttuğumuz o an. Evet, hatırla çok esprisini yapardık, derste hocayı dinlediğimi fark ettiğimde tekrar dinleyemiyorum diye. Kitlenerek izlediğimiz film. Muazzam derecede sürükleyici roman. Saatlerin nasıl geçtiğini unuttuğumuz muhabbet. Nilgün Marmara’nın yiten bu işte dediği, çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması anı. Bir de bilirsin işte birine uzun uzun dalıp gitmek, gözlerini alamazsın filan.

Zamanı unutmayı sevmeye mi başladım? Ertelemeye başlamalarım tembellik mi? Bir kaçış mı bu? Bilmiyorum ama gerçek şu ki bunları kendi ellerimle oluşturmaya başladım. Üç-dört saatlik filmler/belgeseller/youtube içerikler, yüz küsur bölümlük diziler arıyorum. Hani derler ya kütük gibi kitap, tam da onlardan arıyorum. Yaşlanıyor muyum dedirten sessizlikler arıyorum. O kadar özlüyorum, o kadar özlüyorum ki şuram sızlıyor.

Öyle işte, yaşam ilginç bir hal almaya başladı. Galiba kaçıyorum. Şu modern zamanlardan kaçtığım belli de nereye kaçıyorum. Hayret verici… Bizi ancak uzaklar çözer gibi geliyor. Umarım uzamadan bu döngüyü kırarım.