Arif, ölüm seni bir binanın enkazında yakaladığında ben neredeydim? Her zaman ilk önce benim öleceğimi söylerdim sana, her şey kusursuzca planlamıştım Arif, yaramaz bir çocuk gibi bu oyunu bozan sen oldun. Geride kalan sen olmalıydın, bedenin çıkartırken ben neredeydim? Anneni tek parça çıkarsınlar diye Allah'a çok dua ettim, Allah içimde bir ışık, bir ses, bir kapa veya bir duyguyu canlandırdı. İnsan buna sevinir mi Arif, ben sevindim. Allah’a da hiç kızamadım Arif; kime, neye kızacağımı da bilmiyorum, benim bir vicdanım var mı diye soruyorum kendi kendime. O kadar çok ceset çıkartırken soğukkanlılığımı nasıl korudum? İçimden hiç mi ağlamak gelmedi, hiç mi duygulanmadım, herkes şokta olduğunu söylüyordu, gerçekten öyle miydi, ben insan mıyım Arif? Sanki beynimin içinde hidrojen bombası patlamış ve bütün duygularım aşırı sıcakta patlayan piller gibi paramparça oldu. Sadece sana yazmak istiyorum, bu isteği türlü bastıramıyorum, ne yaparsam yapayım bir bağımlının eroini gördüğü zamanki mutluluğu kaplıyor içimi, içimde suru üflese bütün dünyayı yok edecek ama bir o kadar da sessiz İsrafil’in dinginliği yatıyor, bağıramıyorum. Rüyalarıma bile girmiyorsun Arif, neye kızdığını düşünmekle geçiyor günlerimin yarısı, yarısı da hidrojen bombasının nasıl yapılacağını araştırmakla, kendini öldürmekle başarısız olan ve ne yaparsa yapsın içinde yanan yaşamak istediğini bir türlü söndüremeyen biri olarak -hayat çelişkilerle dolu- elimden sadece yazmak geliyor Arif. Gecenin kör vaktinde bir binanın tepesinde tek ayağını boşluğa bırakırken aklımdan sürekli bir beton yığını tarafından ezilen yüzün geçiyor, bir de o bebek... Yaşam çok kısa Arif, bir kez daha anladım, bir kez daha ne kadar taklit yaparsam yapayım insan olamayacağım anladım.