Kadın oturmuş, bir kafede bekliyor. Kafenin adı Son Kuruş. Son kuruşlar biriktirilerek oluşturulmuş zira. Orayı seviyor. Ne çok şey sığdırmış oraya. Hani insanın hatırından hiç ayrılmayan anlar vardır, ana ait tüm maddesel elemanlar yok olmuştur ortalıktan ama o an… Capcanlı. Dimdik ayakta. Hiç kimse alamaz öyle anları kimseden. Hiçbir şey hatta ölüm bile! Tam da bu anlardan birine dalmışken kadına bir mesaj gelir: “Park yeri bulamadım.”


Sorun yok. Az evvel sarı arabanın yanından hızla geçip gittiğini görmüştü ve tahmin etmişti adamın park yeri aradığını.

Oturduğu masanın hemen sağında bir kütüphane var. Raflardan birinde duran bir teneke kutuya ilişiyor gözleri. Gidiyor ve onu alıyor. Bir not buluyor içinde. Notta yazanlar şu şekilde:

“Kadın tanınmayan, biraz deliliği aşırılıkta aramayan ve sonra ruhunu bulmuş biriydi. Adam meraklı, duyguları ile çay içebilen ve sonra hiç var olmayacak biriydi. Tesadüf onları bir araya getirdi. Armağan olarak birer bakış, yeşil ve ela…

Kadın o yün kokulu adamı asla unutmayacaktı. Zira yün kokulu adam, kadının kendisi olması için eksik olan tek şeydi.”


Bu notun yazıldığı anı, o andan çok değil yalnız bir gün evvel uçağın kanadında geçen o yağmurlu geceyi hatırlıyor. Tam o saniye telefonu çalıyor. True love will find you in the end. Yün kokulu hikâyeden artakalan o şarkı. Telefonu açıyor, park ettiğini söylüyor telefondaki ses.

— Kooooş!


Ne düşündüğünü unutuyor kadın ve kitap okumaya koyuluyor. John Berger ile hoşbeş etmeye başlıyorlar. Ne güzel adam bu Berger, ne de güzel bakıyor diye geçiriyor içinden. Bir ana sığdırılabilecek ne kadar görüntü varsa o kadar kelime sığdırıyor bir kâğıda. Güzelliğinin yansısı kitapları her okuyuşunda ilham oluyor kadına. Kitabı bir kenara bırakıyor ve kalemini eline alıyor kadın.



O esnada…

Adam hızla Son Kuruş'a gelmeye çalışıyor. Telafi etmesi gereken bir gecikme var. Bu gecikmeyi kadının sorun etmeyeceğini biliyor, biliyor da esasında telafi etmesi gereken sözcükler var. Bundan yana çekingen, ürkek, cılız bir adam bugün. Neyse ki yetişiyor. Kafenin camları ardından kadını görüyor, kitap okuyor kadın. Kafasını kaldırıp da ona bakması için bekliyor. Bakışlarına ihtiyacı var zira. Kızgın da olsa, kırgın da; çocuk çocuk bakardı kadının gözleri. Kirpiklerine takılırdı adam… Oracıkta dikilmeye devam ediyor. Kadın sanki inatla bakmıyor. Kitabına öylesine dalmış ki adam dikiledururken kadının gözleri soldan sağa kaç satır bitirdi emin değil. Biten her satırla beraber yüz ifadesi değişiyor kadının. Kaşları kalkıyor, kaşları çatılıyor; dudakları kıvrılıyor, dudakları sıkılıyor. Onu hâlâ bekletiyor olmanın telaşı içinde adamın da yüz ifadesi her geçen saniye değişiyor. Adam tam vazgeçmeye… Kadın kaldırıyor kafasını. Etrafa bakınıyor önce ve sonra gözleri adama değiyor. Adam önce gülümsüyor ve ardından koşmaya başlıyor. Kadının dudakları açılıyor ve kıkırdadığını duyabiliyor adam. Telafi etmeyi başarıyor.


 

Bir başka esnada…

— Merhaba. Berger mi okuyorsun?

Kadın kalemini bırakıyor. Adam gelmişti, sonunda! Kadın ayağa kalkıyor, tam adama sarılacak, adam doğruca kadının karşısına oturuyor. Bir soğukluk sarıyor kadının bedenini, adamın kollarının aksine…


Bu hikâye kadının kaleme aldığı o hikaye değildi zira. Aşk kanatlarla gelmişti bir vakit ve o yağmurlu gecede uçağın kanatlarına karıştırıp gitmişti kanatlarını. Armani kokan bir rüzgârda o kanatları arıyordu şimdi kadın… Ne büyük hata!

Uçucu bir esans ne kadar daha kalıcı olabilirdi yün kokusundan?