Sigara dumanının altına gizlenmiş üç görüntüydüler. Karıncalanmış ekrandan insanlara yansımaya çalışan üç garip genç. Görüntüydüler önce, sonra sesleri duyulmaya başlandı. Kalınlaştırmaya çalıştıkları sesleri hala teneffüs zillerinin yankısıyla çınlıyordu. İlgilenmek âdetim değildir başka masalardaki sohbetlerle, kitabıma sığınırım oturduğum mekânlarda. Çevrede kimse olmaz, bir ben bir de kitabın kahramanları. O gün de kitaptan edindiğim arkadaşımla, küçük casus Stenne’le, hasbıhal ederken yan masadaki puslu çocukların sözleri çalındı kulağıma. Hararetle tartışıyorlardı bilmedikleri bir terimi. Dikkatimi çekti dinledim.

Üç kişiydiler. Birbirlerine doğru eğilmiş fısır fısır tartışıyorlardı. Hepsi kirli yeşil parkalar giymişti. Yalnız birinin parkasının kahverengiye çalan bir kürkü vardı ve tavırlarından grup lideri olduğu anlaşılıyordu. Kürklü parkası olan çocuğun sakalları hafiften belirginleşmişti. Yakışıklı sayılabilecek yüzünde çocuksu ifadenin yanı sıra inanmışlığın getirdiği sertlik de mevcuttu. Boyu uzun olduğu için alçak taburede güçlükle ve kamburunu çıkararak oturabiliyordu. Kahverengi gözlerinde zekâ parıltıları bir çakıp bir sönüyordu. Onun sağında oturan ve en az onun kadar uzun olan diğer genç, sivilceli yüzünün sakladığı mavi gözlerinde haşarı ve devrimci bakışlarla izliyordu arkadaşlarını. Ses tonunu gürleştirmek için uğraşırken arada bir çatlayan ve bir kedinin acı miyavlamasına benzeyen sesi onu zor durumda bırakabiliyordu. Bu durum da olmasa canını sıkan hiçbir şey olmayacaktı siyasi tavrında ve duruşunda. Bu grubun son ve en kısa üyesi diğerlerinden daha zeki görünüyordu. Kısa boyu sayesinde taburede rahat oturması diğerlerine karşı bir üstünlüktü, ayağa kalkmadıkları sürece de bu üstünlüğü devam edecekti. Kürklü parka giyen çocuk gibi onun da gözleri kahverengiydi ama gözlerindeki parıltı daimdi ilkinin aksine. Saçları uzun ve karman çorman olan kısa boylu çocuk en çok söz alan ve mantık sınırlarını zorlayanlarıydı.

Önlerinde duran kitaplardan birinin kabı sapsarıydı ve ailenin kökenleri üzerineydi. Okumuştum, konuyu biliyordum. Çocuklar da okumuştu sanıyorum. Üzerinde çok tartışmadan “ ilginç” diye niteleyerek geçiştirdiler. Asıl konu daha önemliydi; sakallı yüzüyle kitaplardan onlara bakan, dünyayı güzelleştirmek adına ortaya koyduğu fikirler bazı hırs düşkünü diktatörler tarafından çarpıtılarak baskı aracına dönüştürülen adamın bize kazandırdığı bir terimdi bu. Bu terim siyasete aşina herkesin duyduğu “ artı- değer”di ve çocuklar terime yükledikleri anlamlar sayesinde Dünya Siyasi Tarihinde yer edinebilirlerdi.

Önce kısa çocuk aldı sözü;

—Bence, dedi, artı değer açıklanması kolay bir terimdir. Post modern yaklaşırsak, yani günümüze uyarlarsak bu artı değer denen şey kolaylıkla anlaşılabilir. Zaten anlaşılmaması için de bir neden yoktur ortada. Bütün şartlar olgunlaştığı halde anlaşılmıyorsa bu sekter yaklaşımların ve şovenist düşüncelerin bir sonucudur. Bu sonuçlara karşı verilen savaş kutsaldır. Yani; kutsal değildir de devrime hizmet eder. İşte artı-değer dediğimiz kavram bu anlattıklarımın ışığında düşünülürse anlaşılacaktır. Bu ışık en zor şartlar altında mücadeleden vazgeçmemiş, elini taşın altına koymaktan çekinmemiş, kanının son damlasına kadar yüce milletine hizmet etmiş, şey…. Yani ezilen halkı için savaşmış büyük insanların bir fırtınadan saklayarak büyüttükleri mum alevidir.

Sözlerini bitirdikten sonra havada uçuşan sözlerin yere inmesini bekledi, bu arada çayından bir yudum aldı. Arkadaşlarına baktı ve onlardan bir tepki alamayınca içi rahatladı çünkü herhangi bir itiraza direnecek güçte değildi. Okuduğu kitaplardan sentezlediği cümlelerdi bunlar. Arada yaptığı ufak hatalar sayılmazsa her şey iyi gitmişti.

Mavi gözlü çocuk arkadaşını ilgiyle dinlemişti ama pek memnun kalmamıştı bu durumdan. Arkadaşı haksızdı. Artı-değer farklı bir şeydi. Anlattıkları artı-değeri yanlış yorumlamasının sonuçlarıydı. İtirazlarını ve konuyla ilgili kendi açıklamalarını sıralamadan önce derin bir nefes aldı ve;

—Katılmıyorum, dedi ve sert bir rüzgâr oturulan mekânın kapısını çalıp kaçtı. Katılmıyorum çünkü anlattıkların dogmatik şeyler. Yani insanlarda doğuştan gelen bilgilerin işlenmemiş bir halde açığa çıkartılmasıdır. Biz ilerici düşünceye sahip insanlar olarak dogmalara karşı savaşmalıyız. Örneğin; ülkemizde nüfus gittikçe artmakta ve doğum oranının artışıyla tetiklenen nüfus patlaması sahip olduğumuz değerleri devrimci bir çizgiye çekmemize engel olmakta. Söylediğin gibi post modern bir yaklaşım devrimci geleneğin karikatürize edilmesidir. Post modern davranarak ortaya çıkan artı-değeri doğru yorumlayamayız. Bu değer bizim en kıymetli hazinemiz olacaktır ve inandığımız şeyleri savunmak için muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur, yani söylemek istediğim söz bu değildi aslında… Din toplumların afyonudur. Dine göre çok çocuk yapılması gerekir ya hani, mücahit olsunlar diye. Biz buna karşı durup artı değeri kendi lehimize çevirmeliyiz.

Sözlerinin heybetine tutunup ve biraz da kamburlaştırdığı sırtının ağrısını gidermek için taburede dimdik oturdu bir süre. Kısa boylu çocuğun yüzünden bir tutam sigara dumanı geçti öfkesini gizlemek için. Bu duman mavi gözlü çocuğu birkaç parmak daha yukarı taşımıştı. Artık arkadaşına daha tepeden bakıyordu. Kısa çocuk eliyle, önünde asılı duran dumanı savurdu ve;

—Sana katılmıyorum arkadaş, dedi. Yanlışsın. Bu konuda şu kitapları okumanı salık veririm; Küçük Ağa, Marksizmin Bir Karikatürü, Bulantı. Sana doğru yolu göstereceklerdir.

O zamana kadar okuduğu 3–5 kitaptan birkaçını sıralamıştı bir avazda ve bunlar düşüncesinin dayanakları olacaktı. Bir savaş romanı, bir siyasi broşür ve felsefi bir roman.

Mavi gözlü çocuksa bu sefer yenilgiye uğrayan taraftı. Ağır ağır eski kambur halini aldı ve kürklü parka giyen çocuğa baktı medet umar gözlerle, konuşması ve tartışmaya yeni bir boyut kazandırması için.

Liderlik konumuna doğal yetenekleri yanı sıra parkasının kürkü sayesinde yerleşen çocuk elinde tuttuğu Rotring kalemi entelektüel bir edayla masaya tık tık vurdu ve boğazını temizleyerek sözü aldı;

—İkiniz de haklı olabilirsiniz ya da ikiniz de haksız ama sorun haklılık üzerine bir tartışmayla çözülecek gibi değil. Post modern yaklaşımlar bizim için bir kazanç olabilir. Post modernist devrimcilik eylemi geri plana itmektedir. Bu bizim için olumlu bir yöndür. Devrimi sözcükler ve sloganlar marifetiyle yapmayı düşünen bizler post modernizme sarılmalıyız.

Doğmalara gelince; ülkedeki nüfus artışı puroleteryanın oluşumuna katkı sağlayabilir. Puroleterya her zaman devrime hizmet etmiştir. Bakın; önümüzde Küba örneği duruyor. Gelirlerinin büyük çoğunluğu Havana purolarından gelmiyor mu? Bizim için para getirecek her şeyi yapmalıyız. Legal, illegal, lokal ve enternasyonal her zemini denemeliyiz. Özellikle kurduğumuz lokaller ile insanlara toplanma imkânı sağlayabiliriz. Birlik beraberlik önemlidir arkadaşlar. Lokallerimize birer çay ocağı da kurmalıyız. Hatta belki ileride işi ilerletirsek meydanda bir büfe bile açabiliriz. Ama neyse konuyu dağıtmayalım. Yaklaşımlarınız doğru ve mantığa yatkın, birlikte hareket edip birbirimize destek olursak her şey yerli yerine oturur.

Bunları birbiriyle ilişkilendirerek insanların gözünde durumumuzu artıya çevirip değerimizi artırabiliriz. “ Artı-değeri” bu bağlamda düşünün işte.

Diğer ikisi liderlerine hayran hayran bakakalmışlardı. Liderleri gözlerini kısıp derin düşüncelere daldı. Onun önemli şeyler düşündüğüne karar veren ikisi sessizce çaylarına döndüler.

Tartışma bitmişti ama içimden bir ses bu çocuklara yardımcı olmam gerektiğini söylüyordu. Büyük Can’ın bir şiirini hızla bir peçeteye yazıp çocuklara uzattım. Önce şaşırdılar ardından biraz telaşlandılar. Bense onları şiirle baş başa bırakıp mekânı terk etmeye yeltendim. Çocuklar şiiri okurken son bir kez dönüp baktım. Yüzlerinde düşünceli bir ifade belirmişti, yalnız mavi gözlü çocuk rahatlamış göründü biraz ama yalnızca birazcık.


Bre dürzüler

Mart’ı aldınız

Eylül’ü aldınız

1 Mayıs’ı aldınız elimizden

Dokuz ay kaldı ama geriye

Nurtopu bir bebenin

Doğması için yetmez de artar bile

Artı değer budur işte!