Bir daha bana ulaşamamanın, sesimi duyamamanın eksikliğini çekmezsin. Bir acıyı duymanın tarifsiz yorgunluğu olmaz üzerinde.

Çok sevdiğin o müziği dinlerken aklına gelmem ve artık anımsamazsın güneşin izlerini taşıyan yüzümü. Hayatın soğuk adımları senin sırtında dolaşsın dursun; ben tenimi yakıp geçen acısına rağmen güneşi sevmeyi deniyorum.

Nasıl oluyorsa, gün ortasında, hiç aklımda yokken, bir yabancının ağzından ismini duyduğumda dönüyor başım. Ellerim terliyor, kalbim bir göç kaldırıyor ıslak toprağından. Tam o anda. Yine de dönüp bakamıyorum ardıma. Zaten seni orada görmek de istemiyorum ama bedenimin, ruhumun, içimde ayağa kalkmaya çalışırken yıkılan kalbimin atışı canımı sıkıyor. 

Sen benim için hiç vâr olmamışsın gibi nasıl karışacaksın hiçliğe? Ben kendimi ikna ederim en güzel cümleleri senden duymadığıma ama ruhum bunun açlığını çekerse ne yapacağım? 

Kalbim acımıyor artık, üzgün değilim. Ama bunlar benim sanrılarımsa diye korkuyorum. Belki çoktan unuttum seni, neye tutunuyorum öyleyse?

Dönüp geriye baktığımda göremediklerim için üzülmekten de vazgeçtim. İçimdeki aynanın parçalandığını görüyorum ama her şey gibi bu da sorun değil artık.

Bu bir taş kesiğiydi, bir yangın artığı ama ne daha fazla acıtıyor, ne de içimi ısıtıyor.

İleri yürüyorum, yamuk kulaklı bir kedim bile var.

Ama seni nasıl geride bırakacağım?