Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. O kadar çok uyumuştum ki uyanınca ne yapmam gerektiğini bilmiyor, uyuyacağım zamanı bekliyor hatta uyumak için mesai harcıyordum. Aynaya baktığımda alışkanlıktan dolayı yaşayan bir yaratık görüyordum. Vücudumun her yerinde uzayan kıllar artık uzamaktan sıkılmış, bazı uzuvlar bağımsızlığını ilan etmişti. Sanki ruhum öleceğini zaten biliyor ama bedenime söylemiyor gibi bir his işte. Kırk iki gün sonra öleceğimden habersiz yaşamıyordum evet yaşamıyordum. Doksan altı gündür evden çıkmıyor, yetmiş sekiz gündür kimse ile konuşmuyor, kırk iki gün sonra öleceğimden habersiz yaşamıyordum. Ölümüme otuz kala o aradı. 

-Bugün geberip gitsen umurumda olmaz biliyor musun? Senden nefret ediyorum adi herif. 

Kırk iki gün sonra gebereceğimden habersiz nefret kusan bu kadın benim eşimdi. Umurumda olmaz dediğine bakmayın, ben öldükten sekiz gün sonra kendi kararıyla o da öldü. Nerede olduğunu bilmiyorum. 

Ölürcesine sevmek...

Beni ölürcesine sevmişti. Şimdi buralarda göremiyorum onu. Gerçi kimseyi göremiyorum. Kimseyi görmeyi beklemiyordum zaten. Ama bir kere daha görmek için yaşamayı bile göze alabilirim. 

Hayatının son üç ayını öleceğinden habersiz, eşine ve hiçbir zaman anlam veremediği dünyaya küsmüş ben, artık öldüm. Kendini odaya sığdırabilen ama bir türlü dünyaya sığdıramayan ben, artık öldüm. Sadece eşi için yaşayabilecek hatta evden çıkabilecek ben, artık öldüm. Çok çeşit bahaneyle yaşayamadığını iddia eden ben, artık öldüm. Eşini bir daha görebilmek için yaşayabilecek ben, artık gerçekten ölmüş bulunmaktayım. Kalan sağlar evden çıksın.