Wim Wenders
''Der Himmel Uber Berlin'' 1987 ''Berlin Üzerindeki Gökyüzü''
Siyah beyaz bir yaşamın içinde kendi varoluşunun sancısı çeken bir melek, Berlin'i var eden şehrin insanlarının ruhlarının çığlıklarını duyarken ve yanlarından geçip giderken, insan olma arzusuyla dolanmaktaydı. İnsan olarak var olmanın şuursuzluğunda kaybolup giden onca ruh dolu bedenin arasında sıkışıp kalan melek Damiel, insanı var eden renkler hazlar ve acılar için belki de sadece aşk dolu bir dokunuş için sahip olduğu ölümsüzlükten vazgeçiyor. Damiel'in sancıları, bize çok tanıdığımız ama üstüne konuşmaktan bile aciz kaldığımız insan olmayı hatırlatıyor.
Marion ise kendi anlam karmaşasında incindiği kalabalıklardan onunla yalnız olabileceği yegane aşkını bekliyor.
Marion, İrvin yalom'un ''yalnız kalabilme yeteneği sevmenin tek koşuludur'' sözünü anımsatıyor bana. O da sokaklarda dolanıyor ve rüyasında gördüğü meleğini Damiel'i bekliyor. Onun yaşamının rengi uç duygulardan oluşurken, erkek melek için yaşamın ta kendisi o oluyor ve onu arıyor habersiz geçtikleri aynı renkli sokaklarda. Trapezci kadın için, yükseklerde olmak onun için yaşamı hissetmek, aldığı riskler yaşam korkusunu yüzeyde tutuyor ve onun yaşam rengi; korku.
Damiel ve Cassiel, birbirine zıt iki Berlin meleği. İnsan olmaktan bu kadar uzak ve insanlığa bu kadar yakın iki karakter. Melek Cassiel' in film boyunca duruşu çok net, Damiel' in aksine varoluşunu tamamladığını varsayıyor ama yine de Cassiel merak duyuyor, anlamaya anlamlandırmaya çalışıyor. Sonsuz sorgu ebediyetlerinde var onların. Söz konusu bir tercihse o kararını çoktan vermiş. O Berlin'in meleği.
Büyük bir kütüphane, yaşlı bir adam o kütüphanenin kendisi, o kütüphane dünyanın kendisi. Yaşlı adam tükenmek üzere, eğer bırakırsam diye düşünüyor. ''Ve insanlık bir kez öykücüsünü kaybetti mi çocukluğunu da kaybetmiş olur.'' İnsanlığın öykücüsü o.
Her hikaye bir gün çocuktu, onların da oyunları savaşları ve düşünecekleri daha çok adımları vardı. Melekleri gören çocuklar, onlar iki tarafın izdüşümü. Yaşamın başlangıçı ve varoluşun hayat ağacı.
İşte çocuklar bütün renklerin sahibi; siyahtan beyaza maviden kırmızıya ve gökyüzünden yeryüzüne, aydınlıktan sonsuz aydınlığa...
Ve Damiel gökyüzünden düşer, artık yeryüzündedir. İlk yaptığı renkleri sormak olur, sonrasında bir kahvenin sıcaklığını hisseder. Kanayan kafasına aldırışı etmiyor aksine kırmızı kanı hissetmek ona trajediden uzak hoş ve komik gelir, evet artık kendi renkleri vardır.
Daha öncesinde melekliği bırakmış, Peter Falksana ile yolları kesişir. Ona
''daha fazlasını anlatacaktın, bilmek istiyorum. her şeyi! '' der ve şu cevabı alır; ''işte tüm zevk burada kendin yaşa ve gör! '' Aslında hayat da tam olarak bu değil midir? herkes aslında kendinin öykücüsü değil midir? Okuyabildiğimiz her kitabı yaşamış sayılmayız, anlamak ve yaşamak bu noktada bizi birbirimizden ayırır. Her insan kendi hikayesinin öykücüsüdür. Dünya bir kütüphane.
Arzuladığı renklerine kavuşan Damiel için kendi öyküsünü yazma vakti gelmiştir ve konusu da çoktan bellidir. Aşk, ne kısa kelime ama değil mi... Birçok öykü yazıldı bu zamana kadar bu kelime etrafında; birçok filme konu oldu, romeo ve juliet böyle başladı mesela. Şairler böyle doğdu, şiirlere gebe kalındı ve çoğu mektup yakıldı yerine ulaşmadan. Aslında aşk çok uzun bir kelimeydi; aynı yalnızlığın kalabalık olduğu gibi.
Birini bulmanın aslında arayıştan uzak olduğu bir filmdi ''Arzu Kanatları'
Bazılarımız için aşk, yaşamın korkularından, çaresizliklerinden ve acılarından koruyacağını düşündüğümüz bir hayalletir. Ömrünü de, o hayaleti aramakla ve bulduğunu sanmakla geçer. İşte yalnızlığımızın sebebi bu arayıştır. Marion kendi hayaletini aramamış, var etmiştir. Damiel Marion ile var olmuştur, aynı bir bedendeki iki kanat gibi.
Madam Bovary
2023-12-21T18:34:27+03:00Güzeldi...