Sıradan bir cumayı, sıradan cumartesiye bağlamaya çalışıyoruz sadece. Sehpanın üzerinde, içi boş kahve kupası, tütün paketi, küllük, sarılmış bir sigara, çakmak, okumayı başaramadığım bir kitap, bir şişe şarap ve kadehi. Öyle karışmış, umursanmaz bir halde, tıpkı içim gibi. Kocaman bir evin içinde her şeyi salona taşımış, diğer odalarla bağlantımı çoktan kopartmıştım. Yatağım son derece rahatsız bir koltuk uzun zamandır. Uyumanın ne olduğunu bir hatırlıyor, bir unutuyordum. Uzun zamandır bilinçsizim, uyuyor muyum? Yoksa uyku beni alıp yok etmeye mi çalışıyor, bilemiyorum. Ama saatim sabah dokuza ayarlı hep dokuzda kalkarım.
Murat ve Seyhan geldi. Kahve demlemiştim. Birer bardak kahve verdim. Birer çikolata onlara. Sana browni var. Biraz sinemadan konuşup, kendimizi eleştirdik. Kendi içimize dönmemiz gerektiğinden bahsettim bir süre. Sonra anladım ki bizim bir içimiz kalmamış. Kültürel olarak müthiş bir yozlaşma içindeyiz belkide. Belki zihinlerimiz yoz, belki bedenlerimiz, bilemiyorum ama, umuyorum ki yanılıyorumdur. Değerli olan her şeyi yitirmeye ekstra çaba sarfettiğimizin farkında olmak can acıtmıyor diyemem. Belkide en boktanı burada başlıyor. Kıymetlim dediğimiz ne varsa kolayca harcayabiliyoruz. Değerli olanı tutmak, yaşatmak ve hatta büyütmek için çaba sarfettiğimiz zamanlarıda biliyor, hatırlıyorum. Kendi payıma, bundan hiç bir zaman vazgeçmedim. Kendimi inkar etmiş gibi olurum.
“Yalnızda severim seni, sen olmadan da.” Aşk denilen o hissin, o tek kelimenin, o üç harfin kocaman hissiyatı mesela. Ötesiz dedikleri bir duygu değil mi? Hani öyle evden çıktım sağa döndüm bir kadın (adam) gördüm, aman allahım vuruldum. İçim içime sığmadı. Heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Cümle kuramadım. Saçmaladım. Diyebiliyor muyuz? Bilmem. Gerçekten bilemiyorum. Ben hiç diyemedim. Belki bir defa, şanslıysan iki işte. Yok yani. Öyle bir his değil ki. Yanlış mı düşünüyorum. Bilmiyorum. Hoşlanmak, etkilenmek belki ayda yılda bir olabilir. Ama aşk öyle değil. Değil mi?
Neyse bak şimdi olay o değil. Şimdi o tatlı beynini, kalbini yorma. Bırak. Benim için zor. Hatta, neredeyse imkansız bir his. Yakalayınca o duyguyu bırakmam. Acıtsada. Parçalasada bırakmam. Yalnızda yaşarım. Sahibine gerek yok aşkın. Sevmeyebilir seni. Yanlış anlamışsındır. Gerizekalısındır. Ya da her neyse işte. Görmem, konuşmam, dokunmam, rahatsız etmem. Yeni dönem sosyal medya fanatikleri gibi, neydi adı? Hım, stalk yapmam. Özlerim, merak ederim. Seviyorsun ya. Özlemez misin? Fotoğrafına bakınca mesela dolmaz mı gözlerin. Ama o kadar. Ama yaşarımda o aşkı. Fakat son günlerde iğrenç bir hisse kapıldım. Belki etrafımdaki insanların telkinleri, belki çağın getirdiklerine dair yeni kuşak yazarlarından okuduklarım. İlişki, aşk uzmanları yani işte. Bu hissi kendi başına yaşamanın, terketmiş seni işte. Daha ne? Gurursuzca hatta aşağılık bir durum olduğunu anlatma çabaları çok can sıkıcı. Gerizekalıcaymış. His çok tatlı ama, acı bile olsa tatlı. His aşağılık değilki. Ama yine de durup düşündüm. Sorgularken buldum kendimi. Herkes gibi düşünmek zorunda değilim. Mesela ben bir gerizekalıda olabilirim. Değil mi? Küçük hissettim mesela, korkak hissettim. Sanki bu hissi bırakabilirmişim ama korkumdan bırakamıyormuşum gibi hissettim. Ama öyle değil işte. Hani güzeli yok etmek dedik ya. Tam da bu değil mi?Harcamak böyle kolayken, neredeyse herkes bunu savunup bunun aksini yaşarken, bende bırakırsam güzeli aynı boku yemiş olmuyor muyum? Bırak acıtsın, benim canım yanıyor, hasret bende, değer değmez sana ne. Onu ben gördüm, ben tanıdım, tanıyamadım ya da ne farkeder. Güzele olan, iyiye olan, sevgiye olan inancıma dokunmayın. Dünyaya, topluma, insana. İnsana ya. İnsana inancımız kalmamışken. Bırakın sevgiye kalsın olmaz mı?
Ben nazım gibi de sevmiyorum. Adam efsane ama, şimdi öylede sevilmez be paşam. Onu sev, bunu sev, onu severken sana ziyarete gelen akrabanı sev. Ee bir dur. Kimse kızmasın. Nazım severiz. Hemde öyle böyle değil. Aşkı adamdan öğrendik. Dizelerinden. Kadını, adamı destanlarından okuduk. Ama sevme biçimi benlik değil diyeyim.
Diyor ya nazım, “Aklıma gelişini seveyim.”
Ben senin aklımdan hiç gitmeyen o halini de seveyim.
Gerçek olarak yaşamanın ön koşulu gibidir sevgi. Bir kadeh şarabın içinde, o ağzımızı buruşturan sevdaların görkemi değil midir içimize mutluluk hissini salkım salkım veren. Kabuğunun verdiği o buruk tat acımız olsun ne farkeder. Ayrılık değil ama acı aşka dahil.
Murat sustu. Seyhan çoktan gitmişti zaten.
Giderken murat döndü,
-abi iyi misin? Dedi.
Aşığım dedim.