Fransızcadan çeviren: Ali Hasar


Zeynab Kazem-Khah: Yeni filminiz, karakterlerin meydana gelen bir olaydan dolayı binalarından koşup çıkmak üzere oldukları andan başlıyor. Bu, omuz kamerasıyla görüntüleniyor ve geniş açıda, farklı ana karakterler seyirciye tanıtılıyor. Birkaç şekilde yorumlayabiliriz bunu. Bu evin, insanların bir depremden kaçtığı halkı yansıttığını bile düşünebiliriz. Böyle bir yorum düşündünüz mü ya da senaryonun yazımında dikkate aldınız mı bunu?


Asghar Farhadi: Satıcı, önceki bütün filmlerim gibi, gerçekçi bir film ve bu tür sinemada, isteyerek simge ağları kuramazsınız. Belki sizin simge tanımınız benimkinden farklıdır. Her hâlükârda, simge oluşturma, mümkün mertebe insanların günlük yaşamına yaklaşmayı içeren çabaların olduğu gerçekçi filmlere zıttır. Genel olarak, simgenin arkasında, bir kelime ya da yönetmenin sansür yahut kimi kısıtlamalardan dolayı güç bela açıklayabildiği gizli bir ironi yatar. Böylelikle amaçlarına ulaşmak için başka araçlar kullanır yönetmen. Güncel sinemadaysa, bu yöntem çok az uygulanır.


Buna karşın, gösterge başka türlü tanımlanır. Geride gizli hiçbir şey yoktur. Filmin diğer unsurları gibi, her gösterge hikâyenin ana temasının (trame narrative) bütünleyici bir parçasıdır. Göstergeler bir hayli sıradan olabilir, ancak yan yana koyulduğunda birbirlerini etkilerler ve seyirciye hedeflenen amaca ulaşmaya olanak sağlayan bir tür hitap olurlar. Filmin süresi boyunca, göstergeler bizi kesinkes durdurmazlar: tıpkı karakterlerin günlük hayatından kesitler görmüşüz gibidir. Bununla birlikte, hikâyenin sonuna geldiğimizde ve bu unsurları yeniden incelediğimizde, filmi daha iyi anlamamıza yardımcı olurlar. Binayı yıkmaya çalışan kepçe, duvarlarda gördüğümüz çatlaklar, Arthur Miller'in eserinin temel karakteri Willy Loman'ın duvarsız evini yansıtan tiyatro dekoru: bütün bu göstergeler, filmin asıl konusuna yol gösteriyor. Senarist bakış açımla, bu göstergelerin özel hayat ve ihlaline ilişkin temel konularda bize yol gösterdiği düşünülmektedir. Yine de, seyircilerin başka bir konuya varmaları pekâlâ mümkün. Filmin kendisi buna imkân sağlıyor.


Zeynab Kazem-Khah: Yargılama, ihanet ve yalan filmlerinizde sıkça görülen konular, ancak Satıcı'da farklı sahnelerle gösterdiğiniz özel hayata saldırıyla ilgileniyorsunuz: takside yer değiştirmek isteyen kadın, özel mesajları okuyan öğretmen ya da açık kalan kapıdan Rana'nın evine giren adam ile. Sanatçıların ve yönetmenlerin kendi zamanlarının aynası olduklarını söylerler çoğu kez. Çektiğiniz her filmde ve siz ilerledikçe, işlediğiniz konular daha da sertleşiyor, bunlar ile bizi kaygılarınızın bir parçası yapıyorsunuz. Sizin için bir kaygıya dönüşmesinden hareketle, özel hayatın ihlalinin toplumumuzda oldukça yer alan bir sorun olduğunu düşünüyor musunuz?


Asghar Farhadi: Senaryonun ilk hâlini okuduğumda hikâyenin ana konusunun ne olduğunu kendime sordum ve burada özel hayat sorunsalının önemli bir yer teşkil ettiği sonucuna vardım. Satıcı'da olduğu gibi önceki bütün filmlerimde ele aldığım konular, gayet makul ve anlaşılabilir, ancak bunlardan özellikle herkese mahsus olan bir tanesi yer alıyor bu filmde: yargılama. Bugün, en büyük kaygı ve endişe kaynaklarından birinin özel hayatımızın korunması olduğu bir dünyada yaşıyoruz. İlk bakışta, özel hayatımız evimizle sınırlıymış gibi görülebilir, hâlbuki böyle değildir sadece bu. Vücut, mahremiyet de özel hayatımızın bir parçasıdır. Filmde, küçük çocuk tuvalete gittiğinde, Rana elbiselerini çıkarmasına yardımcı olmak istiyor, ama buna müsaade etmiyor küçük çocuk; hatta özel hayatını, mahremiyetini savunuyor. Takside Emad'ın yanında oturan ve onunla yer değiştirmek isteyen kadın da aynı şekilde. Fransızca Öğretmeni'nin öğrencisinin cep telefonunu incelemesine müsaade edildiğinde, bu da özel hayata bir saldırıdır. Birine hakaret etmek, yine özel alanına girmektir. Siberâlem'in gelişi ve gelişmesiyle birlikte, bu husustaki sorunsallar daha ciddi ve karışık hâl aldılar, özel hayatımızın denetimi çok zorlaştı. Gece yarısı, siz evinizde mışıl mışıl uyurken birileri siberâlem kanalıyla mahremiyetinize girip buldukları bilgileri kaydedebilir. Bu ne bizim kültürümüze ne de başka bir ülkenin kültürüne özgü bir mesele. Bütün dünyada, insanların özel hayatı büyük bir önem taşır. Hatta hayatın değerlerinden biridir.


Zeynab Kazem-Khah: Son filminizi çekmek üzere olduğunuz İspanya ile İran arasında seyahat hâlindesiniz bugünlerde. Yönetmen ve bizim kültürümüzden, ülkemizden beslenen sanatçı olarak İran'da kalmanız gerektiğini düşünmüyor musunuz? Bunun film çekme biçiminizi değiştirebileceğini hissetmiyor musunuz?


Asghar Farhadi: İran'da (film) çekmem gerektiğine açık yüreklilikle inanıyorum. Kanaatimce, hiçbir yönetmen aksini iddia edemez: en azından belirli bir süre boyunca başka bir kültürde yaşamayı ya da büyümüş olmayı. Her yönetmen kendi kültüründeki ve dilindeki yeteneklerinin bütün derecelerini gösterebilir sadece. Bir süre önce bu İspanyol filmi üzerinde çalışmaya başlayacağım bekleniyordu, ama sonuç olarak yapmadım bunu. İlk önce Satıcı'yı çektim ve son projeye başlayacağımı söyledim onlara. İran'da peş peşe iki film çekmek istemeyişimin ve sonraki filmimi yurtdışında çekmeyi dileyişimin farklı gerekçeleri var. Sanatsal olarak konuşursak, başka bir ekiple ve farklı yaratma koşullarında yeni bir tecrübe bu. Başka gerekçeler de var: İran'da çalışmak, geri gelmek adına kimi kez uzaklaşmam gereken önemli kısıtlamalara eşlik ediyor ne yazık ki.