Bazen biri oluyor insanda. İçinde, ruhunda, aldığı nefeste, gülüşünde, güzel olan her anında biri tam yanında oluyor. Elini tutuyor, sarılıyor, omzunu sıkıyor, gözyaşlarını siliyor. Belki hiçbiri gerçekten olmuyor ama her an masalsı bir güzellikte derinden hissediliyor. Aslında en çok o yokken oluyor yoğun olan bütün duygular. Anlatmasan da başından geçenleri, aslında hiç yanında olmasa bile hep içinde, tam içinde oluyor. Bunu her anında hissediyorsun. Etrafında konuşan bir sürü insan varken de, basit bir şehrin basit bir yolunda yürürken de, bir kediyi hafifçe okşarken, başını gökyüzüne çevirip bulutları izlerken, içini dolduran, seni tamamlayan bir şarkıya denk geldiğinde, yüzüne dokunan, saçlarını karıştıran ve yine kendine bir yol bulan rüzgarı hissederken de. Yaşarken, gerçekten yaşıyor gibi hissettiğin her anında içini tamamen dolduran, istesen de kopamadığın, ayrılması düşüncesinin dört bir yanını korkuyla sardığı bir parça gibi oluyor.


Bazen bir sorun gibi hissettiriyor. İnsanlara değer vermek çok güç bir şey. Birini sevmek, en derinde hissetmek yaşadığın anların dışında çok korkunç geliyor. Sesini bile duymadığın belki, belki kilometreler ötede, belki yanı başında olan. Belki hemen yanında ama bir o kadar ulaşılamayan. Her ne şekildeyse bu, ona beyninde ve kalbinde kendinden ve diğer her şeyden çok yer ayırmak, zamanının büyük çoğunluğunu ona ayırmak, hissettirdiğinden çok daha korkunç. Yasaklı olması ve aşılmaması gereken bir sınır gibi. Bu korkunç hissiyat bağlı kalınan o yumak yumak görünüşlü pamuk ipliği koptuğu zaman farkındalığa ulaşıyor sadece. Her şey kusursuz görünürken bir anda gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Kalbinin berraklığına güvendiğin kadar beynine de güvenmek istiyorsun o anlarda ama teker teker döküyor bütün kusurları. Kusursuz hiçbir şeyin olmadığını o anda hatırlıyorsun. Görsen de önemsemediğin kusurların ne denli mühim olduğunu da tam o anda anlıyorsun. Aşk, sevgi, nasıl olursa olsun nefrete çok yakın. Yoğun hissedilen duygular yoğun yaşanıyor. Tehlikeli oluyor, sorumluluk istiyor. Bir yola giriyorsan mesela bağlanmak gibi, başta bu sorumluluğu alabilir miyim, belki sonu olur her şey gibi bunun da, gittiğinde kendimi hayata nasıl bağlarım, yaşamın güzelliğini görmüşken soluk duvarlara kolay alışabilir miyim gibi bir sürü soru ve tek bir cevap gerekiyor. Ama insan işte, o anlarda hiçbiri aklında olmuyor. Aşk da bir deneyimdir belki. İnsan kaç defa aşık olur bir hayatta bilmem ama eğer biri geçiyorsa bu korkunç sınırın sayısı, ilk aşk sonrakilere bir deneyim sunuyordur, kim bilir. Her seferinde daha az yakıyordur canını. Bu düşünce üzerinde insanlar değiştikçe korkunçluk daha da azalıyor, sonunda yok oluyor. Bence aşk bir kere uğrar insana. Her seferinde ''evet bu'' deriz ama bir başkası gelir. Aynı hisleri her seferinde doğruymuşçasına yaşarken biri son olur ve gerçekten gezer o çizgide. Tehlikeli duvarlarda bir oyun parkındaymışçasına coşkulu ve korkusuz, hiçbir şeyden haberi olmadığı her bir zerresinden belli olduğu şekilde karışmış olur sana. Bu belki ilk olandır, belki ikinci, belki sonuncu bilinmez. Ama yine ''bu o'' deriz. Aşk bu olmalı, öncekiler yalan. Her şey masalsı bir güzellikteyken içinde, gider bir anda o aşk. İçini değil, hayatını terk eder. Bağlandığın insan gider, bağlandığını sandığın değil. Yaşamak da tam burada gitmiştir işte. Her şey yine tıkırında görünür. Bazı anlar dışında nefesler düzenli alınır, kalp ritmi normaldir,

besin alınır, sağlık kontrolleri yapılır. Sonuçta bir aksilik yoksa eğer, bu insan hâlâ yaşar. Sadece duvarları karanlıktır artık işte. Yaşamdan, ondan önce nasılsa öyle olur. Ama artık yaşamı görmüşken unutamaz, ihtiyaç duyar, mecburdur. Gökyüzü kadar özgür ve sonsuz gelen duvarları vardır. İçinde barındırdığı devamlı aksi belirli bir anı zinciri. En çok da direkt onun seyrek bir düşüncesi ve kalbindeki tarifi imkansız hoplama. Onun seyrek bir düşüncesi, o değil. Yüzü değil, sesi değil, ismi dahi değil. Hayatını böylesi tasasız kılarken bir anda gitmesiyle oluşan boşluk, soluk renkler, renksizlik, sadece hayallerde var olduğunu hissetmek, yok olmak, olmamak döngüsündeyken aklında hep onun olması. Mesela zamanını yeterince aldığını fark ettiğin günlerde ayrılmak zorunda kalmak ve onu derince sadece uyumadan şarkılarınla tekrar getirmek. İşte bu seyreltilmiş düşünce, hissiyat ya da her ne kalbini kısa bir an derince sarsıyorsa, gelmemesi ve artık vaktini almaması gereken zamanda gelen ''o''dur yine. Belirli somut hiçbir şey yoktur. İsmi, söylediği bir şey, gülme sesi, saçlarının rengi dahi yoktur. Sadece hayatında dokunaklı olan, her şeyin sorumlusu tutulan kişidir o sırada. Yani aslı yoktur, eseri ve asla bitmeyecek değerli benliği vardır. Sorumlu tutulurken o anlarda, o bir saniye gibi bir sürede. Aynı zamanda derince sarsılması insanın sadece bu seyreltilmiş kişiliğin dahi üstündeki etkisidir. Hayatındaki dokunaklılığı bu anlarda çok daha somut ve acınasıdır. Kısa sürede geçmesi için çabalanır. Yavaşça bünye kendine gelir, nabız normalleşir, bulanıkça dağılan bu düşüncenin her tarafı sarmadan parçalarca ayrılması sağlanır.


Hayat böyle devam eder. Her nefes alış bir döngü belirtisidir. Bir insanın döngüsü de budur işte. Onsuz olmayan, yürümeyen ama aksi doğruymuş gibi devam eden bir hayat. Tabii başka bir insanda bu tehlikeli sınır zamanla güvenli, özgür, dünyanın en huzurlu ortamı da olabilir. Belki de kimse gitmez? İki insan da milyonda bir ihtimalle aynı noktadadır. Ne olursa olsun geçmezler birbirlerinden, hayattan tek istekleri olur yaşamak. Ölene kadar yaşarlar, sonunda yine gidiliyorsa bir yere, beraber giderler. Bağlanmak ilk ve son defa kötü sonuçlanmamıştır belki. Sonuç ne olursa, istemeden olmuş oluyor. İstemeden seviyoruz ne derseniz deyin, kimse bilerek sevmiyor. Mantık olmuyor, çıkar olmuyor, sorumluluklar unutuluyor, önemsemiyor. Aşk oluyor devamlı yürüyünce bu yolda ya da kısa zamanda bırakınca tam o noktada, kim bilir. Sonuçta bir yerde aşk oluyor bazen. Aşk nefrete yakın değil aslında, aşk nefrete o kadar uzak ve yoğun ki, bu mesafe tam beklenmedik anda aynı şiddetle tersine dönermiş gibi. Gerilen ve iyice uzaklaştırılan, akla gelmeyen, bazen yok sayılan nefretin bir anda gerildiği kadar mesafe katederek, büyük bir hızda omzuna binmesi gibi. Nefretin yükünü de, sevginin ağırlığını da, hâlâ ikisini de amansızca yaşamayı da omzuna bindiriyormuş gibi. Bütün bunlar plansız gerçekleşiyor. Geçmesini istiyorsun geçmiyor, dursun istiyorsun ama her geçen gün şiddetleniyor. Canın yanıyor, hiç olmadığı kadar. Mutlu sonla biten aşk olmuyor. Bağlanmanın sonu iyiye çıkmıyor. Bunun için belki, insanlar olmamalı hayatta. Yaşanabilecek hayatları ve tam da aynı yaşamın sonunu görerek kişisel alanına kimseyi almamalı. O büyük arzu sert bir ikazla yok edilmeli, görmezden gelinmeli ve insanlara bağlanmamalı. Yine insana en zor gelen şekilde, aniden gelen sevmeler, baştan savılmalı.