Dizleri çivi değil raptiyedir onun. Buraya çakılıp kalmadı, seviyor burayı. Burada sırtına pat pat vurmuşlar onun, "Helal be oğlum sana!" demişler de göğsünü kabartmışlar. Gitmek istemiyor o, kendi isteği ile burada. Görünürde ne basit bir bağ. Değil. Kimse söküp atamaz onu buradan. Çivi değil, raptiye... Çakılmadı, kimse sökemez onu yerinden. Çakılmadı, başını okşayıp yerleştirdiler. Sen burada dur, dediler. Onun bastığı yer ne yumuşak öyle, onu hiç yormadı. Ben çakılırken, beni çakarken birileri buraya, yani anambabam vururken başıma başıma, -omzuma değil başıma- babamanam çakarken iki tokat ağzıma, çakarlarken beni buraya; öyle sertti ki bastığım yer, belim eğrildi. Öyle sertti ki bastığım bu yer, meğer aynı yere bastığımızı anlayınca daha da sertleşti. Taş taş kesilir mi, meğer aynı yermiş bu yer, taş kesildi, meğer aynı yermiş bu yer; dizim raptiye değil çividir benim, aynıymış bu yer, dizi çivi değil raptiyedir onun. Meğer aynı yere bastığımızı anlayınca çakıldım yere, belim eğrildi. Onun bastığı yer ne yumuşak öyle, aynı yer, sanki süzülüyor yürürken, bastığım yere basıyor, canı hiç yanmıyor, aynı yer. Ben çakıldım buraya. Söküp atacağım kendimi, atacağım kendimi başka bir hayata. Dizim çividir benim, ne basit bir bağ! Sırılsıklam aşıktım ona. Güzeldi. İsmi geçince nefesim takılır, tükürüğüm boğazımda kalırdı, öksürürdüm hökür hökür. Sırtıma pat pat vururlardı: "Helal, helal!" Derin nefes alırdım. Onun ismi geçince derin bir nefes alırdım, göğsüm kabarırdı, helal oğlum helal. Ne güzeldi, ne acımasızdı o. İlgisi bile değersiz hissettirirdi.


Ona bir gün aldanacağımı söyledim. Öğrenmesinin iyi olduğunu söyledi. 


“Her şeyi dosdoğru anlat bana, en azından neye aldanacağımı bileyim."

“Böyle düşündüğünü bilmiyordum, öğrendiğim iyi oldu." 


O günden sonra bana benden farklı değildi.


Fazlasında gözüm yoktu, eksik kalsındı fakat ödeşmekti onun derdi tasası. Ödeşmek uğruna sunulan aşk beni yalnızca kırardı. Eksik kalsındı, canımın hiç mi kıymeti yoktu, eksik kalsındı yere batasıca aşkı! Batmadı. Batmadığı gibi ölü bir balık gibi yüzeye çıktı. Yalnızca ölü aşkların yoğunluğu azalır. Ölü aşklar her şeyden öyle azdır ki içine attığınız her şeyde yüzeye çıkmayı başarır. Ah onun bir kere dünya gözüyle yere battığını göremediğim ölü aşkı, kalbimi ne çok kırardı! Çömeldiği gökten sınırdı. Ne gök ama! Sınırı hissediyorum. Sınırı, sınırlılıkları ve onların ona çizdiği sınırda sınırlılıklarım ile sınanışımı... Ben bir şeytanım. Ortasında kalacağım tüm bakışlara halka halka tuz serpilmiş gibi odaklarından o an kaçamazdım. Oysaki kimseye herkesten farklı değildim. Bak bu ellerim, bu avuçlarım, bir dilim de var herkese aynı cümleyi söylediğim. Seni taklit ustası seni! Seni hınzır. Seni domuz. Seni hınzır domuz. Domuz. Hınzır. Seni. Nasıl da kaçamayınca kandırdın herkesi! Bir dilin var herkesle aynı cümleyi söylediğin. Seni taklit ustası, tekrar et "Leyla.", tekrar et "Allah’ın emri.", tekrar et, baştan al; işte şimdi daha sahici... 


Sırılsıklam aşıktım ve fakat kalbim ona bir türlü doğrulmuyordu. Günlerden bir gündü, o günden sonraydı. Yürüyordum. Bayramdı. Bayram o günden sonraydı. Her bayram olduğu gibiydi. Manav kızları üç gün öncesinden seraya gitmeyi bırakmıştı. Bayramda en güzel hep manav kızları olurdu. Bayram dedin mi bekarlar köye dökülürdü. Bayramdan sonra her evde bir isteme merasimi: Allah'ın emri, peygamberin kavli... Manav kızları güzel olurdu, çalışmayı üç gün öncesinden bırakırlardı. Yürüyorum. Aşağı köye iniyoruz. Bizim köyde son bekar kızın da sözü üç bayram öncesinde kesilmişti.


"Selim!" dedi içlerinden biri. Sese döndüm. Baş salladım hafifçe. Hayırdır, diye sormak demektir bu. Buyur, Selim benim, ne söyleyecektin, demek... "Oğlum senin tuzun kuru, ne diye takıldın peşimize? Pederden yediğin dayaklar yetmedi bir de aşağı köyden mi bir posta yiyeyim dedin?" Tuzum kuru muydu? Şaşırdım. Pederden dayak yememe değil. Tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir, olur öyle şeyler. Daha götümde bok durmaz iken delikanlı olmayı ben böyle öğrendim. Aşağı köyden de bir posta dayak yerdim zaten, bayramdı. Üç bayramdır olduğu gibi köyün bekarları aşağı köye yavuklularına bakmaya giderdi. Bizim köyde son bekar kızın nişanı üç bayram öncesi kesilmişti. Manav kızları çalışmayı üç gün öncesinden bırakırdı, bayramda en güzel manav kızları olurdu. Bekar delikanlılar aşağı köye indi mi aşağıki köyün delikanlılarından dayak yer, anasına haber etmeye öyle giderlerdi. Anası, tabii ya, önce anaya haber gider, anası ne olur ne olmaz kızın anasının ağzını yoklar, kızın da gönlü varsa bayramdan sonra Allah'ın emrini yerine getirmeye gidilir: istemesöznişandüğünhop! Ya, benim tuzum sahiden kuru muydu?


"Hayırdır, ne anlatıyon sen bana?"

"Oğlum Leyla diyorum, Leyla. Anlamayan mı kaldı! Her akşam evinin önündesin." Söze bir başkası atladı: "Adın Mecnun'a çıktı lan. Her akşam mesai çıkışı arabayla kızın evinin önünden geçen sen değil misin?" Sonra bir başkası daha: "Kızın evinin önünden geçerken Ferdi açmalar..." Birkaçı omuz omuza verip önüme geçtiler bu sefer, hep bir ağızdan devam ettiler: “Şu genç ömrümün taze çağında / Seni nerden gördüm görmez olsaydım / Dikenle örülü gönül bağımdan / Sana güller derdim dermez olsaydım...” Sözü en baştaki aldı: “Pezevenge bakın pezevenge... Bayramı beklemeseydin kızın da gönlü var sende.” Kendi aralarında konuşmaya devam ettiler. “Yol yakınken bırak derim kardeşim, car car car başının etini yer o kız senin.” “Bilader iyi kızdır Leyla, niye öyle diyorsun?” “N’apalım iyiyse. İyi! İyiyse cennete gitsin.” Durdum. Tam karşımdaydı. “Dün neler söylerdin bak bugün caydın / Böyle mi yapardın sevmiş olsaydın / Ben sana tapardım benim olsaydın / Seni nerden gördüm görmez olsaydım...” Göz göze geldik. Leyla’nın tam önünde, Leyla’nın karşı komşusu... “Yüreğimde yara var durmadan kanar / İnsan olan insana böyle mi yapar / Yüreğimde yara var durmadan kanar / İnsan olan insana böyle mi yapar...” Arkamdakiler konuşmaya devam ediyorlar. “Lan bu kitlendi yine. Bilmesek Mehmet Cemal’e sinyalliyor diyeceğiz.”


Nefesim takıldı, tükürüğüm boğazımda kaldı, öksürüdüm hökür hökür. Sırtıma pat pat vurdular. “Helal oğlum helal! Kızı görünce nevrin şaştı tabii.”