Bir zamanların gri ve karmaşık şehrinde, kalabalık caddeler ve trafik gürültüsü içinde adım atarken, ansızın sevdiğim şarkının melodi dolu sesleri kulağımda yankılandı. Şehrin karmaşasını bir kenara bırakıp, melodilerin içinde kaybolmuşken, tatlı gülüşünün ve içindeki masumiyetin belirdiği bir an yaşadım. Tüm gürültüler bir anda suskunluğa büründü, zihnimde sadece senin gülüşünün çıkardığı ses vardı.


O tatlı gülüş, bitişik ön dişlerin ve siyah beyaz perdede beliren gamzelerin; benleri, siyah beyaz dünyamda en değerli renk paletim oldu. Her adım attıkça, o gülüş ve dolu bakışlar, uzak bir galakside, sana çekim yapmayan bir yerde beni büyüleyen yıldızlar gibi parlıyordu.


Gülüşün, gülen yüzün, sanki sadece benim içindi. Siyah beyaz resminin derinliklerine baktıkça, bir perde indi gözlerime. Gözlerim, her kaybolduğunda seni buldu. Elini başına koyduğun an, gözlerinle güldüğün o an, adeta bir mucizeydi. Gözlerim, derin düşüncelere dalarken içimde bir fırtına kopuyor, derin bir nefes alıyordum.


Kelimelerin gücüne hayran kaldım; nasıl ifade edeceğimi, hangi kelimeleri seçeceğimi bilemedim. Garip, değil mi? İnsanlar arasındaki anlaşmanın temelinde konuşma varken, ne söyleyeceğini bilmemek ya da anlaşılmak istemek... İşte buradayız, burada birbirimize sadece var olduğumuzu fısıldamak gibi. Garip, ama bir o kadar da güzel.


Her ne olursa olsun, bir şeyler değişti. Sen, zamanın dokusunda bir değişiklik yarattın bende. Ben detaycı biriyim, evet. Renklerin, siyah beyaz perdenin ardında daha da belirginleşti. Artık, aşkın siyah beyaz yankısı, hayatımın en güzel melodisi olarak içimde çalınıyor. Ve bu masalın kahramanları, siyah beyaz dünyanın içinde renkleri keşfetmeye devam ediyor. Her adımda, aşkın siyah beyaz yankısı, hayatın renkli gerçekliğiyle daha da güçleniyor.