Terk edilmiş gibi şimdilerde. Soğukkanlı, hevesi kırılmış kendiliğinden bir çöplük haline geliyor her şey. Alt tarafı kırk metrekare bir bahçeydi oysaki. Kedilerin uğrak alanı, bizim gülüşlerimize, senin gözyaşına tanıklık etmiş bir bahçe. Meyve kasalarından yapılmış iki masa, üç sandalye ve her zaman tozlu bilgisayar masası, kül tablası sahipsiz, koyu gri. Başımızın üstünde çamaşır ipleri öylece duruyor.

Seni düşünüyorum. Neredeyse sürekli, uykumun en ücrasında sen varsın hala. Uyuduğum bir kaç saatin tamamına hakimsin hala. Var olan tüm zaman dilimimin sahibisin ve bundan haberin bile yok. Belki de var ben bilemiyorum. Hiçbir şeyi bilemediğim gibi.

Seni çok iyi tanımam seni rahatsız ediyordu. Biliyorum. İçin rahat etsin artık. Seni neredeyse hiç tanıyamamış olmanın vermiş olduğu bir ızdırap hakim ruhumun tamamına.

Bil ki seni tanıyamamış olmam hiçbir duygumun önüne geçemedi. Sevmek öyle bir his değil biliyordum bunu.

“Seni hiç tanıyamamışım bu yüzden seni sevmiyormuşum bu bir yanılgıymış. Düş görmüşüm gözlerim açık. Umutlanmışım her saniyemize, dünümüz ve yarınımız için hikayeler yaratmışım kendi içimde ama seni sevmemişim.” Diyebilseydim keşke.

Kurduğum her cümlenin, her hissin dün gibi arkasındayım. Bir an olsun çıkıp gitmeni istemiyorum desem yalan söylemiş olurum. Ama öyle inatçı bir his ki bu aşk, söküp atamıyorsun. Kazımak istiyorum mesela neremdeyse artık bu his, acıtsada kazımak istiyorum. Bir anı olarak bile kalmanı istemiyorum. Elimde değilmiş. Nerede saklandığını bile bulamadım ki daha. Bir an geliyor kulaklarımda diyorum, sesin işte cümlelerin. Sonra gözlerimdemi diyorum öyle usanmadan her anını izlediğim, yazdığın her şeyi okuduğum gözlerimdemi diyorum.

Hepsini elden geçirdim. Her yerimdeymiş var olan fakat göremediğim ruhumun en ulaşılmaz yerini bile esir almış bu aşk denilen his. Ben aşk olmuşum tepeden tırnağa, sen olmuşum. Sensiz bir senim o kadar.

Aslında sadece aşk olsaydı, her şeyim yapmasaydım tebessümünü böyle soluksuz kalmazdım belki de. Kimi kandırıyorum? Kendimi sanırım. Dünyada ki tek gerçek hissin aşk olduğunu düşünen beni kandırıyorum. Beceremiyorum, farkındaysanız. Bir anlığına acaba dedirtmek istiyorum, kendime ve sizlere.

Üzgünüm ama garip bir dürüst olma hali hücrelerime çocukluğumda işlenmiş. Yalanı tanırım. Ama kullanamam hobi olarak bile.

Evin neredeyse uzun sayılabilecek koridorunda her gün yaptığım gibi bugünde ufak bir yürüyüşe çıktım. Hapishane tarzı gidip gelmekten ibaret değil tabiki. Her gidişimde koridorun sonunda ki kitaplıktan bir tane seçip okumak için ufak bir mola veriyorum.

Geçenlerde yeraltından notları tekrar okumaya karar verdim. İlk sayfasından başladın yine, kelimelerin arasına girdin. Gözlerinle, sözlerinle içine işledin dostonun.

Dostoya dert yanarken buldum kendimi. Bilirsin seni anlatmayı sevmiyorum kimselere, öyle özel kalmanı istiyorum hep. Bende kal işte. Bir ben bileyim seni, hissettiklerini, hissettiklerimi, anlatamamda zaten. Nasıl anlatılabilirsin ki, karnımda ki kelebekler, heyecan, kalp atışları, sana sarıldığımda evime gelmiş gibi olduğumumu söyleyeceğim ya da dünyanın milyarda bir de olsa yerinden oynadığınımı anlatayım. Milyarda biri küçümsemeyin yok oluruz. Kim inanır sana sarıldığımda yok olduğuma, bildiğim her şeyi unuttuğuma, her şeyin durduğuna, sessizleştiğine kim inanır?

Koridorda günlük yürüyüşümü yaparken kitaplara bakıyordum işte. Küçük bir sepetin içinde ki iğne ve ipliğe denk geldim. En son aylar önce sen almıştın o iğne ipliği eline, pantolonunu daraltmıştın. Sepeti önüme aldım bir sigara sardım sonra kahve demledim, ikimize yetecek kadar. Ama sadece kendime doldurdum.

Sigaramı yaktım. Sepeti önüme çektim. O beyaz ipliği ve üzerine iliştirdiğin iğneyi elime aldım. En son sen dokunmuştun. İpliğin üstünde baş parmağım, işaret parmağımlada iğneye dokundum bir süre. Biliyor musun? Hissettim avucunu, parmaklarını, ellerini hissettim. Gözlerim doldu. Bir kaç damla yaş düştü, öyle yavaş değil ama sert, yanağımda çok süzülmedi. İpliğin üzerinde ki elime düştü damlalar.

Aslında her şeyi biliyorsun. İlk konuştuğumuzda açık bir şekilde canımı çok yakmazsın değil mi? Diye sorup. Lütfen demiştim. Seksen kuşağı olmamdan mı?

Hayatı kitaplarda ki gibi yaşadığımdan mı? Bilemiyorum. Ama yan yana olamasakta acıtsa da bir his varsa onu yaşamamak gibi bir şansım yok benim. Çünkü kitaplarda öyle yazmıyor. Çünkü aşk bulabileceğin bir şey değil. En azından benim değil. Yirmi yılda bir başıma geliyor benim. Ki bir daha gelmez demiştim. Geldin.

Hoş geldin.

Seni tek başıma yaşayabiliyorum. Ve bu öyle bir şeyki canımı acıtsa da bana bu hissi yaşattığın için teşekkür ederim.

Hiç tanımadığım özel kadın.