Aslında intihar ederek değil fakat her an intiharı düşleyerek tekrar tekrar öldürüyordu kendini. Hayattaki en büyük işkencesi de buydu. 


İşlerin nerelerden dalgalanıp da bu fırtınaya vardığını hiç hatırlamıyorum. İçim kendimi bildim bileli suskundu, doğru olan sadece duyabildiklerindi. Fakat günler geçti, ben büyüdüm ve içimde bir sesi duymaya başladım. Bana olmam gereken kişiyi anlatmaya başladı önce o ses, sonra olmamı istediği kişiye derin ve acıtan bir özlem belirdi. Her şey o özlemle başladı. Biz ata balıkları on sekiz yaşımıza vardığımızda bir seçim yaparız. Önümüzde yarının sonsuz imkanları belirir ve hayatımıza ne olarak devam etmek istediğimizi o olanakları düşleyerek seçeriz. Bu ilk başlarda böyleydi. Sonraları kimse olduğu kişi olarak kalmak istemediğinden ata balıklarının o kutsal soyu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Artık on sekizine gelip de hayatına ata balığı olarak devam etmeyen herkes soyuna ihanet etmiş olarak anılıyordu. Böylece ata balıkları arasında bir örgütlenme başladı zaten o zamandan sonra da kimse özgürce seçim yapamadı. Şimdi elimde iki şey var; içimden gelen ve değişime duyduğum yoğun istek, arzu ve değişimi istemenin ihanet anlamına gelmesi. On sekizime aylar varken annem yanıma gelip ne düşündüğümü sormadı. Düşüncelerin akın ettiği bir gecede yanıma gelip hayatımın sonuna kadar ata balığı olabilmeme az kaldığını söyledi. Bugünlerden habersizdi. İlk olarak o anda, hayatımın sonuna kadar olduğum gibi kalmanın ne kadar korkutucu olduğu hissi belirdi. Gün geçtikçe o his de benimle büyüdü ve beni önce annemin sonra bütün ata balıklarının karşısında durmaya ikna etti. On sekizinci yaşıma iki gün varken kim olacağım sorusuyla oradan oraya savruluyorum. Bunun soyuma ihanet olduğunu söylüyorlar ve ben köşe bucak kaçarken her yerde beni arıyorlar. Bense ata balığı olarak devam edeceğim bir hayatın kendime ihanet olduğu bilinciyle onlardan saklanıyorum.