Ataerkil toplum nedir?
Ne yazık ki günümüzde erkek otoritesine dayalı bir toplumsal düzen vardır ve bu toplum, erkeğin üstünlüğü fikrini temel alır. Soy erkekler tarafından belirlenir, egemenlik erkeklerindir. Bu toplumda erkeklere kadınlardan daha çok saygı gösterilir; erkeklerin söyledikleri, yaptıkları ve istedikleri kadının istediğinden daha çok kabul görür. Bu erkek üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancını oluşturur.
Toplumsal görüşler her zaman sanata da yansımıştır. Bunun en bariz örneklerini müzikte görmek mümkündür. Çünkü şarkılar, filmler gibi bir kere izlenip geçilen ya da kitaplar gibi okunup kenara koyulan sözler değildir. Şarkılar birçok kere tekrar edilir. İnsanların, melodileri yüzünden şarkı sözlerini ezberleme eğilimleri vardır. Çocuklara bile daha kalıcı olduğu için çoğu şey müzik ile öğretilir. Müziği hayatımızın her yerinde istem dışı duyabiliriz. Radyoda çıkar, otobüste giderken şoför açar, restoran ya da kafede otururken arka planda her zaman çalar. Yani aslında şarkılar diğer araçlara göre daha çok istem dışı dahil olurlar hayatımıza.
Toplumsal cinsiyetçilik bağlamında müziksel üretimleri incelediğimizde; geleneksel ve modern toplum yapılarında müzikli performansların tümünde “kadınsı” rollerin ataerkil söylemelerle yazıldığını görmekteyiz. Performans esnasındaki tavır ve ifadeler, içinde bulunulan kültürün toplumsal cinsiyet inşasını açığa çıkarır. Bu çalışmaların çoğunu farkında olmadan dans ederken, gülerken, eğlenirken veya üzüldüğümüzde, yanlış bir şey olmadığını düşünerek dinliyoruz. Fakat toplumsal kuralları ve pozisyonları yeniden üretme gücüne sahip bu şarkılar her çalındığında, her alıcı bulduğunda, her tekrar söylendiğinde yıkmaya çalıştığımız cinsiyetçi düşünceleri güçlendirmiş oluyor. Örneğin Sertab Erener, Mecbursun isimli şarkısının ilk kısmında “Mecbursun mecbursun. Hiç çaren yok. İnadı bırak gel. Şükredeceksin sonra şansına.” der. Burada bireylere bir mecburiyet sunulur ve karşı tarafa zorunluluklar dayatılır. Şarkının devamı ise şu şekildedir: “Sen yeter ki sev kulun olayım. Bir dile bin yıl kölen olayım. Boynuna koynuna dolanayım, mahşere kadar’’. Bu sözleri hem olumlu hem olumsuz algılamak mümkündür. Örneğin birçok kişi bir ömür boyu bağlı kalan bir çift gördüğünü ve bunun sadakati simgelediğini düşünebilir. Ancak birçok kişi de “Ben bu ilişkiden vazgeçmek istersem, bir noktada gidemeyecek miyim?” sorusunu sorar kendisine. Yorum farkının önemi bu kısımda büyüktür. Yani bize absürt gelen bir söz başkası tarafından normal karşılanabilir. Bu da tabi ki ataerkil toplumun en büyük etkilerinden birisidir. Akıllara gelen bir diğer şarkı ise Atilla Taş’ın seslendirdiği “Zamane” şarkısıdır. Burada da ataerkilliğin yarattığı tepeden bakan bir söylemin üretimi maçoluk üzerinden devam ediyor. “Yerinde duramayıp oynayacaksın. Nane limon gibi kaynayacaksın. Anlaşıldı kızım adam olmayacaksın.’’ Buna ek olarak Nihat Doğan’ın “Maçoyum Ben” şarkısı da bu konuda verilebilecek kan dondurucu sözlere sahip türden bir örnektir. İçerisinde kadına şiddet de dahil olmak üzere birçok cinsiyetçi söylemi bulmanız mümkündür.
Bahsettiğimiz bu ataerkil söylemler sadece erkekler tarafından kadınlar için üretilmiş bir dil değildir. Aynı zamanda birçok kadın bu dili hemcinsleri için kullanırken, birçok erkek de yine erkekler için bu söylemlere şarkılarında yer veriyor. Bu konu adına verilebilecek en büyük örneklerden biri Özlem Tekin’in “Dağları Deldim” şarkısı. Şarkının sözleri şu şekildedir: “Görgülü bilgili olsun, zengin olsun diye hiç işim olmaz benim keyfim yerinde. Magazin malı, güllü dallı motorlar gibi koca aramıyorum ki oğlum ben. Bu şarkılar niye?’’. Aslında çok feminist gibi görünen bu şarkının sözleri durumu anti-feminist bir yere çekiyor. Kendisi için güçlü bir portre çizmeye çalışan sanatçı, bunu diğer hemcinslerini ezerek yapıyor. Ne yazık ki aynı sanatçının diğer birçok şarkısında da aynı söylemler mevcut.
Bütün bu ataerkil söylemlerden nasibini alan tek kesim ise elbette kadınlar değildir. Aynı söylemleri bir erkek tipi de idealize eder ve erkeklik için bazı karakter özellikleri atfeder. Bunun en bariz örneğini Nilüfer’in Erkekler Ağlamaz şarkısında görmek mümkündür. Şarkı sözleri erkeklerin duygusal olmaması ve iç dünyalarını asla dışa yansıtmaması gerektiğine dair büyük bir algı oluşturur ve erkekleri bu kalıba girmeye zorlar. Bir diğer örnek ise zamanında dünya çapında ünlendiği için böbürlendiğimiz Tarkan’ın Fındıkkıran şarkısıdır. Müziğin ritmine kendimizi kaptırdığımız ve sözlerinin ne kadar cinsiyetçi söylemler içerdiğini fark edemediğimiz şarkıda diyor ki “Sahibin olamadım ya, Sığar mı erkekliğe seni şımarık, Değişti mi bu dünya’’. Bir kadına hükmedemeyen, hatta onun sahibi olamayan bir erkeğin erkek sayılmadığını vurgulayan şarkı kadınları sahiplenilebilecek bir nesne haline getirirken diğer yandan da maçoluk kalıplarına uymayan erkekleri aşağılar. Bu maçoluk kalıplarını direkt şarkının ismine veren Gülşen’in “Erkeksen” şarkısının ise bir bölümü şöyledir “’Erkeksen git aldat beni”. Aldatmanın erkekliğe atfedilmesi, cesaret edenlerin sadece erkeklerin olduğunun vurgulanması; erkekleri, aslında toplum tarafından ahlaki bulunmayan kalıplara iter. Yine aynı kalıpları Sezen Aksu-Seni Yerler, Serdar Ortaç- Ben Adam Olmam gibi şarkılarda da görmek mümkündür.
Bütün bu cinsiyetçi söylemlerin yanında bazı sanatçılar da cinsiyetçi söylemleri yıkmaya çalışan eserler ortaya koymuştur. Bunun en bariz örneklerini Nil Karaibrahimgil’de görmek mümkündür. Nil Karaibrahimgil ‘’Evlenmem Gerek‘’ eserinde der ki: ‘’Anne benim koşmam gerek. İstemiyorum pilav yapmak. Sana bir de torun gerek. İstemiyorum çocuk bakmak.’’ Çocuk yapmak, çocuk büyütmek, yemek yapmak bu tür roller toplumda hep kadına atfedilmiş roller ve görevlerdir. Aslında bir kadın sadece bunlardan ibaret değildir. Yani dilerse bunları yapmama hakkı da vardır. İsterse bunları yapmaya da bilir ve bu şarkıdaki karakter de bunları yapmak istemediğini açıklayan bir karakterdir. Bu tarz şarkılar da tüm cinsiyetçi söylemleri yıkan ve bunların karşısında duran şarkılardır.
Sonuç olarak ataerkil toplumda erkeklerin söyledikleri, yaptıkları ve istedikleri kadının istediğinden daha çok kabul görür ve bu ataerkillik günümüzde müziklere de yansımıştır. Biz fark etmesek de bütün söylemleri dinliyoruz. Bunlara maruz kalıyoruz. Tabii ki son zamanlarda kalıpları yıkmaya çalışan şarkıları görmek de mümkün. Bu şarkılardaki sözlerin, insanlara sadece bir şeyler anlatmanın yanında toplumda bir şeylerin inşasına katkıda bulunduğunu görüyoruz. Hem toplumsal cinsiyet rolleri, hem toplum tarafından yapılan baskılar. Örneğin ‘’erkekler ağlamaz, şu renk giyemez, kızlar böyle konuşamaz’’ gibi tanımlamalar yapılıyor ve bu yanlış ve baskıcı tanımlamalar popüler müzikte yer almaya devam ederse maruz kaldığımız cinsiyetçi söylemlerin etkisinden kurtulmamız çok zor. Yıkmaya çalıştığımız kalıpları ne yazık ki yok edemeyiz. Peki bunun önüne nasıl geçebiliriz? Bir şarkının ömrü bizim ne kadar dinlediğimize dayanıyor ve dinleyici olarak temiz şarkıyı talep etmek gibi bir hakkımız olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bütün yük dinleyenlerin değil. Sanatçılarımızın da bu eleştirileri dinleyerek kalıplaşmış yargılar karşısında eser vermelerini bekliyoruz.
Serenay Güvenç
2021-04-15T00:12:12+03:00Ataerkilliğin her alanda bize manipüle edildiği bu dönemde bilinçsizce şarkılarda da buna maruz kalmamızı çok güzel açıklamışsın. Emeğine sağlık..
sami yılmaz
2021-04-14T21:52:51+03:00Bu yazının konusunu oldukça beğendim. Ve mezkur yazında yeterince üzerinde durulmamış noktalar var bu belkide yazının sınırlı başlık altında yazılmış olmasından ileri geliyor olabilir. Müessir ve muktedir olabilmesi için bu konuyu daha derinlemesine ve geniş perspektifler ile inceleyebilirsin. Aslında bu yazın bana arkasından gelecek olan yazılarının uygun olursa eğer demosu gibi geldi inkişaf vaat eden bir yazı. Ortaya koyduğun bu mülahazat çok değerli.