Uyumadan hemen önce salonun bir duvarını boydan boya kaplayan; eski, tahta çerçeveli, kışın soğuğu, yazın da sıcağı başarıyla muhafaza eden pencerenin önündeki tekli koltuğa yayılıp gün doğumunu izleyerek günün son sigarasını keyifle içerdi. İzmarit yanığının çirkin kokusuyla hayallerinden uyanır, pencereyi sonuna kadar açar, tepeleme izmarit dolu kül tablasını intikam alırcasına aşağıya savurur ve bu şekilde düne dair tüm kanıtları yok ederdi. İzmaritlerin ve küllerin süzülüşlerini izlerdi. Yere çarptıklarını gördükten sonra yüzünde bir gülümseme ile içeriye dönerdi.

Küllüğü masaya koyduktan sonra eliyle iki yanından kavrayıp nişan alırcasına masanın tam ortasına hizalardı. Küllüğün en sevdiği yerin masanın ortası olduğunu bilirdi. Küllük ve o çok eski arkadaşlardı.

Bu sabah da aynı ritüeli tekrarlamıştı. Tam uyumaya gidecekken koltuğa tekrar oturup dışarıyı izlemeye başladı. Nadiren yaptığı bir şeye yeltendi. Pakete uzandı. Küllüğü boşalttıktan sonra bir sigara daha içecekti. O talihli bendim. Öylesine mutluydum, öylesine özeldim ki.

Ateş değmişti kafama. Parlıyordum. Işıklar saçıyordum. Onun en iyi dostuydum. Onun en değerlisiydim. Beraber camdan dışarıya bakıp dünyayı izliyorduk.

Üzerine düşen külden yanacağı korkusuyla sıçraması ve beni küllüğe basması bir oldu. Yanacağını sanmıştı. Niye tüm gücüyle üzerime bastırıp belimi kırdı ki?

Hışımla kalkıp gitti. Küllüğü boşaltmadı. Burada tek başıma bırakıp gitti beni. En azından küllüğü boşaltmadan önce aklına gelseydim, ben de havada süzülerek arkadaşlarımla giderdim. Şimdi burada…

Bizim arkadaşlıklarımız çok gariptir. Bizim kadar sıkı fıkı olan başka arkadaşlar da göremezsiniz hani. Bizi koruyan kutumuz içerisinde yirmi kişiyiz. Her zaman güvendeyiz. İnsanların en çok değer verdikleri şeyler arasından ilk beşe gireriz. Mesela, övünmek için söylemiyorum ama bizi en iyi dostları olarak gören insanların sayısı görmeyenlerden çok daha fazladır.

Bazen bazılarımızı değiş tokuş ederler. Bir paketten hop diğerine, yepyeni arkadaşlar, yepyeni dostluklar. Ancak her seferinde içimizden biri terk eder bizi. O terk eden var ya, biliriz ki o artık çocuk değildir bizler gibi. Büyümüştür.

Sonra hepimiz teker teker yiteriz. Bazen bir sokağın köşesinde, bazen rüzgarın biriktirdiği bir kaldırım kenarında, bazen bir küllükte, öldükten sonra yine buluruz birbirimizi. Çünkü daha önce de dediğim gibi, bizim kadar sıkı fıkı olan başka arkadaşlar göremezsiniz. Hayattayken sahip olduğumuz bütün değeri kaybetmiş, üzerine basılıp geçilen çöp parçalarına dönmüş halimiz bizi daha güçlü dostlar yapar. Çünkü ölülerin, ölülerden başka dostu yoktur. En çok sevdiğimiz de küllüklerdir. Küçük mezarlıklarımız. Şimdi bu mezarlıkta yalnız kalmaya mahkum, yarım kalmış, şanssız bir sigarayım ben. Arkadaşlarım kendilerini rüzgara bırakmış, yeni maceralara yelken açıyorlar. Yan yanalar. Bense bu odada sıkışıp kaldım.

Burada hiç kimse benimle konuşmuyor. İyi ki mezarlığı masanın tam ortasına yerleştirmiş, en azından her yeri görebiliyorum buradan. Dolu paket duruyor masanın ucunda. Paketin ağzından birkaç arkadaşımın kafasını görebiliyorum. Ne kadar da neşeliler, ışıklar saçıyor sanki paket içerisinden. Onlar orada eğleniyor, bense burada tek başımayım.

 Tek başına kalmak ne demektir bilir misiniz? Etrafınızda sizi sevmeyen birilerinin bile olmamasıdır. Yapayalnız olmak. Bir başına kaldığın zaman anlarsın diğerlerinin değerini. Şimdi beni kandırsalar da aldatsalar da razıyım, arkadaşlarım yanımda olsalar keşke. Bir kez yalnız kalınca, bütün kötülüklere boyun eğer oluyorsun. Sesleniyorsun etrafına, kimse duymuyor. Bakıyorsun, gözlerini kaçırıyor herkes. Bir kez yalnız kaldığını görürlerse, herkes terk ediyor seni sessizce. Oysa ben paketin içerisindeyken böyle miydim? Ah dostlarım, bir bir çekip giden, terk eden dostlarım. Yalan dostlarım. Elbet bir gün hepsiyle buluşacağız, biliyorum. O yüzden hiç üzülmüyorum. Onlar da yalnızlığı tatmış olacaklar benim gibi. Onlar da büyümüş olacaklar. Aynı acıları çekmiş sigaralar olarak daha iyi anlayacağız birbirimizi, daha sıkı tutunacağız.

Şimdi bir mucize olsa da tekrar girsem mesela pakete, hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bana bir yabancıymışım gibi davranırlar, kaçmak isterler benden. Çünkü büyüdüm ben. Çünkü eğildim, büküldüm ben. Ateş değdi bedenime. Bizlere bir kez ateş değdi mi bir daha eskisi gibi olamayız artık. Ateş bizi büyütür. Onların henüz bilmediği şeyse büyümek öldürür. Leş gibi kokuyorum her geçen dakika, oysa onlar öyle mi? Çiçek gibiler o paketin içerisinde. Bana dokunsalar, kapkara boyarım onları. Ya onlar, yüce bir ağacın dalları gibi bekliyorlar parmakların arasında büyüyecekleri günü.

Bir kadın, adeta süzülerek girdi odaya. Kumral, uzun saçlı, alnı açık biraz. Kocaman kahve gözleri, azıcık sivri bir burnu var. Alt dudağı biraz daha büyük üsttekinden, biraz sarkmış aşağı doğru. Tarif edemeyeceğim bir renk bu. Ne şehvetli bir kırmızı ne çocuksu bir pembe. Yuvarlak yüzünü çenesindeki gamzesi sonlandırıyor. Sağ kaşının hemen üzerinde bir ben. Kaşları daha koyu saçlarından. Köpek dişlerinden birinin olduğu yerde yarım bir diş var, yeni çıkan. Omuzları ne dar ne geniş, iri göğüslü, sutyen takmamış. Tişörtünün üzerinden belli oluyor göğüs uçları. İnce bacaklı, geriye doğru geniş kalçaları var. Ne kadar da güzel bir kadın, sanki ışık saçıyor etrafına. Yoksa benim kurtarıcım olacak insan o mu? Ondan mı böyle ışıl ışıl geliyor gözlerime?

Koltuğa oturdu ve gülümseyerek pakete uzandı. Öylesine nazikti ki, sanki paketten izin istiyordu. Bir sigara çıkarttı. Dudaklarına sapladı. Ateş silahıyla tam kafasından vurdu onu. Sigara, ışıklar saçmaya başladı ucundan. Ucundan, dibine doğru uzanan bir savaş başladı benliğinde. Büyüyor işte, ölecek birazdan. Tamamlanacak, bana katılacak az sonra. Bitecek yalnızlığım, daha katlanılabilir olacak her şey. Onu izlerken içildiğim zamanı, her nefeste içimde oluşan neşeli tükenmeyi hatırlıyorum. Ölüme adım adım yaklaşırken neden neşeli olunur ki? Büyümeyi düşlemek neden bu kadar çekici? Kendimizi tamamladığımızı, büyüdüğümüzü, bir amaca hizmet ettiğimizi düşünüp mutlu olurken biz, aslında bir hiçe dönüşüyormuşuz. Bir daha dokunulmak istenmeyen çöplere, pis kokulu atıklara, yalnızlığa mahkum kahramanlara… Şimdi ise tam karşımda, parmaklar arasında yeni bir kurban var. Bu kurbana üzülemiyorum. Bir arkadaşım olacak birazdan. Eski günlerdeki gibi, yirmimizin birden büyümeyi beklediği zamanlar gibi… Bizim arkadaşlıklarımız tahminimden daha garipmiş biraz.

Ailesinden koparılmış ateş böceği git gide yaklaşıyor bana. Kadının o narin, sevimli parmakları arasında, dolgun dudaklarına saklanıp tekrar gösteriyor kendini. Arada bir saçını savuruyor kadın, arkadaşım yakmasın diye. Odada bir rüzgar esiyor o her saçını savuruşunda. Yerdeki torba hışırdıyor. Arada camdan dışarıya bakıyor. Sigara her şeyin farkına varıyor. Göz göze geliyoruz, çok geç olduğunu anlıyor. ‘Bana neden söylemedin?’ diye haykırıyor. ‘Beni neden kurtarmadın? ‘

Kadın küllüğe bakıyor. Derin bir nefes daha çektikten sonra sigarayı ağzından uzaklaştırıyor. Hiç beklemeden bir nefes daha alıyor ardından. İşte bu son nefesti, küllük ve parmağı arasında pestile çeviriyor günahsız bir bedeni. Ayağa kalkıp, kapıya doğru yöneliyor. Ciğerinde kalan dumanı bırakarak sonsuza doğru yürüyor.

Hey!

Merhaba…

Niye cevap vermiyorsun?

Beni duymuyor olmalı. Yoksa niye cevap vermesin ki? Daha yeni öldü… İlk öldüğüm anı hatırlıyorum, ne kadar heyecanlıydım. O da öyle olmalı şu an. Sevmedi mi acaba beni, belim kırık diye mi beğenmedi? Yoksa yarım kaldığım için mi bakmıyor yüzüme? Eğri büğrüyüm, kokuyorum da her geçen saat. Tabi istemez benimle arkadaş olmayı.

Hey! Benim adım sigara! Seninki de sigara olmalı… Neden cevap vermiyorsun sigara?

Cevap vermiyor.

Belki de… Belki de içilirken başına bir şey gelmiştir. Tamamını içmiş kadın, izmaritinde bile yanık izleri var. Benimse koca bir yarım duruyor. Belki ölmek, hiç de sandığımız gibi değildir. Ben yarım kaldığım için yaşıyor olmalıyım. Aman tanrım! İyi ki o kül yere düşmüş ve benim belim kırılmış. Yoksa ben de onun gibi…

Yine yalnızım. Bu sefil yalnızlıktan kurtulacağımı sanmıştım oysaki. Bu odayı izlemekten, bu eşyalardan, bu kokudan, bu küllükten bıktım. Arkadaşlarımı istiyorum. Onlarla tekrar bir olmak istiyorum.

Ne ölebiliyorsun ne eskisi gibi taze ve canlısın. İntihar bile edemiyorsun. Bir sigaranın başına gelebilecek en kötü kaderi yaşıyorum. Bunları yaşayanlara anlatmalıyım, hiçbir şeyden haberleri yok. Kaçmalılar, saklanmalılar. Onu kurtarabilirdim. Onu uyarabilirdim. Benim yüzümden öldü. Kurtarabilir miydim? Yardım istercesine baktığında neden kurtarmayı düşünmedim? Çünkü ben… Ben yalnızım. Hem beni kim kurtaracak? Onlar bana tertemiz paketlerinin içinden acıyarak bakarlarken ben niye onları kurtarayım ki? Yok, hayır. Onlar bunu hak etmiyor. Yo, hayır. Ben yalnız kalmak istemiyorum. Ne yapacağım ben?

Güneş yavaşça odadan içeriye süzülmeye başladı; önce saatin asılı olduğu duvara, oradan da yavaşça aşağılara doğru… Koltuğa, yerdeki çoraba ve halıya dokundu sırayla. Tabanı takip edip torbanın üzerinden geçti. Ardından masanın ayaklarına çarptı ve yavaşça yukarıya doğru tırmandı. Kırmızı, cam küllüğün üst kısmından pembe bir ışık yansımaya başladı üzerime. Ona doğru baktığımda yanlarından çizgiler taşan küçük, sarı bir top gözüküyordu. Bu biraz olsun ısıttı yorgun bedenimi. Temiz bir mezarlığın içerisindeki, büyümüş ama yarım kalmış, sakat bir sigarayım ben. Üzerime çarpan güneşi kucaklıyorum. Artık yalnız değilim. Sımsıcak güneş ısıtıyor beni.

Her şey çok durağan… Güneş de terk etti biraz önce beni. Masanın üzerinden, geldiği yönün tersine doğru usulca çekti gitti. Saatin sesinden başka bir hareket yok odada. Tik tak. Tik tak. Tik tak. Bir süredir sadece onun sesi yankılanıyor. Karanlığı boğmak isteyen bir ışık gibi saldırıyor tüm odanın sessizliğine. Karşısında durabilecek kimse yok. Alaşağı ediyor her birimizi. Üstelik her geçen saniye daha da güçleniyor, yorulup zayıflayacağına. Tiktaktiktaktiktak… Rüzgar esse, şu kapı açılıp kapansa da gıcırdasa, bozsa şu çirkin ayini. Kapı gıcırdadı. Biri gelecek içeri. Belki yeni bir sigara yakar ve hepsini içmez. O da arkadaş olur benimle, biter yalnızlığım. Belki ikimiz bir yolunu bulur, kurtuluruz bu mezarlıktan…

Kapı aralanıyor. Bu kurtuluşumun işareti olabilir. Ardında sönük bir ışıkla evin miskin kedisi yavaşça içeri süzülüyor. Miyavlaması, saatin korkunç ayinini dağıtıyor. Halıya tırnaklarını geçirip götünü havaya dikerek vücudunu geriyor, ardından tırnaklarını halıdan kurtarıp tekrar saplıyor. Etrafı koklamaya başlıyor. Masaya yaklaşıyor. Keşke devirse masayı. Sese uyanıp gelseler, ben yere düşmüş olsam, beni de arkadaşlarımın yanına atsalar.

Saat en azından bir süreliğine bozguna uğruyor. Kedi içeride aradığını bulamayınca geride bir miyav bırakıp çıkıp gidiyor. Yine aynı noktada, yine yalnızım. Saat ayinine kaldığı yerden devam ediyor. Tik tak. Şimdiye ikisi de uyanmış, odadaki başka mezarlara, başka arkadaşlarımı gömüyorlardır. Oysa birkaç saat öncesine kadar adamın hayatındaki en sevdiği şey bendim. Şimdiyse unutulmuş, sefil, pis çöplerden biriyim. Bir ruhum var mıdır acaba? Öldükten sonra bize ne olacak? Hepimiz burada yandığımız için direkt cennete mi gideceğiz? Yüzlercemizin aynı yerde bulunduğu, yanarken ucumuzdaki ateşin hiç sönmediği, filtremize hiçbir ateşin dokunamadığı cennete… Yoksa bir hiç olup gidecek miyiz? Cennet falan yok! Bak şu yanımda yatana. Filtresine değmiş ateş. Yakıp kül etmiş her yerini. Benden sonra gelmesine rağmen bu mezarlığa, benden kötü kokuyor. Bu hale geldikten sonra cennete gitsen ne yazar? Saçmalık. Ölmediğim için şanslıyım. Ölmediğim için çok şanslıyım. Yalnızlıktan yakarıp durmayı da bırakmalıyım artık. En azından hayattayım!

Biri geliyor. Adam bu. Adam beni yarım bırakıp gitmişti. Bir sonrakini de yarım bırakıp gidebilir. Yani bir arkadaşım olabilir birazdan. Hadi adam, bir sigara yak ve büyüt onu ateşlere sarıp. Paketi alıyor eline. Sallıyor sonra. Paket boş. Ama nasıl olur? İçerisinde onlarca sigara vardı. Gördüm! Bütün gün onların eğlencelerini izledim ben. Seslerini duydum, hareketlerini gördüm! Işıl ışıldı paketin içi. Hepsi…

Masaya doğru eğildi. Elini bana doğru uzattı. Beni o çirkin, kocaman parmakları arasına aldı. Kırık bir bacağı düzelten doktorlar gibi umursamaz ve sertçe düzeltti kırık belimi. Okşadı, bir yanımı okşadı. Alev silahına uzandı. Tek dokunuşta ucundan kocaman bir ateş fışkırmaya başladı silahın. Tik tak. Tik tak. Ateşi yavaşça üzerime doğru yaklaştırdı. Tik tak. Belime ateş, filtreme nefesi vurdu aynı anda. Göz göze geldik. Tekrar alevlendi benliğim. Kedi içeri girdi. Tırnaklarını halıya saplayıp götünü havaya dikti. Kendini gerdirdikten sonra kuvvetli bir miyav haykırdı. Saatin ayini bozuldu. Filtreme ateş dokundu.

Tik, tak, tik, tak…