Sürekli konuşan, bir duyana ya da dile ihtiyaç duymayan iç ses, dur durak bilmeden kendini, kendi bile takip edemediği halde anlamlandırmaya çalışıyordu bütün olanları. Toplumsal bir sorun muydu bu? Toplum mu yaratmıştı iç sesi yoksa iç ses mi toplumsal sorunlara sebep olmuştu? Milyarlarca beden ve ruh birbirini hiç duymadan ya da birbirini sürekli duymaya zorlayarak yok etme derdinde miydi? Kaos tıpkı ilk günkü yok edişle yaratılışı birleştirdiği sürece hiç değişmeden devam mı ediyordu? Yoksa biz, kaosun ufak toz zerrecikleri, bir bütünlük sağlayarak kurbanlarımızla mı lütuflandırıyoruz kaosu?


Bu nasıl bir ritüel haline geldi ki, kan akıtmaktan daha fazlasına ihtiyacımız var, seçilenler olabilmek için. Hepimiz en önemli toz zerreciği olma savaşında ufacık bir esintiyle uçuşurken boşlukta tutunacak bir kendimiz bile yoktuk oysa! Bal mumundan yaptığımız kanatlarla güneşe uçabilmek umuduna eritiyoruz bütün benliğimizi. Yok olmuş tüm o yanardağlar misali kendi ateşimizde yanıyoruz ve yakıyoruz umarsızca. Sonsuzluğun ateşine bir çıra daha atmak için ürüyoruz fütursuzca! Peki insanoğlu, topraktan ve sudan olan bedenini havayla sürdürürken nefesini ateşinle yakacaksın bütün benliğini. Cehenneme inan. Cehennem ne, diye sorgulama. Sen yandıkça ve yaktıkça cehennem sonsuz kalacak.