Kırmızıdan sarıya dönen renkler, hızlı hareketleri içerisinde bir anda kayboluyordu. Sürekli alttan devam ederek gelen bu renk cümbüşü, kesilen bir saçın yeniden çıkması gibiydi ama bu çok hızlıydı. Vücudumun bütün soğukluğunu alırken etrafa yaydığı dumandan gözlerim etkilenmiş ve birkaç damla yaş ateşin üzerine düşerken son çığlıklarını atmıştı. “Ağlama.” dedi, sırf gözyaşlarımı sildiği için ömür boyu ağlayacağımı bilen kadın. Ağlamıyorum, gözüme duman kaçtı, dedim. Ateşin hüznüne etkisi olmamış ki gülümsemesiyle hüznünü örtmeye çalıştı. “Üzülme.” demekle yetindim. Ateşin aydınlattığı karanlığın içerisinde gözlerimiz de birer ateş gibi parlıyordu. Önümüzde bizi ısıtmaya çalışan ateşten gözlerimizi ayırarak göz göze geldik. Konuşmadan öylece bekliyorduk. İkimiz de biliyorduk. Üzülme, demekle üzüntülerimiz geçmiyordu. Hatta daha çok arttığına şahit olmuşluğum bile vardı. Yine artan bir hüzün vardı ama bu söylenilen "üzülme"den dolayı değildi. Artan hüznün sebebi saniyelerin birer birer gitmesiydi. Zaman, durması gerektiğini bilse de böyle bir şey mümkün olmayacağı için sanki utancından hızlıca kaçar gibiydi. Zamanı sessizce göndermemek için konuşmak istedim.


“Sevgilim, seni çok özlüyorum. Böyle yan yana olmayı bırak aynı havayı bile soluyamıyoruz. Senin olmadığın o şehirde nefesim daralıyor. Özlemek kelimesinin yüreğim için yeterli olduğunu düşünmüyorum. Çok özledim desem bile tarif edemem özlediğim anları. Nasıl tarif edilir, bilmiyorum da. Gece olduğunda yorgana sarılıyorum ve sen zannederek uyumaya çalışıyorum. Bu aralar rüyalarıma da gelmiyorsun. Fotoğraflarının hepsini çizmeye çalışıyorum. Yüzünün her hattını ezberleyebilmek için tekrar tekrar çiziyorum. Sana ulaşmasa da mektuplar yazıyorum. Hissedersin, biliyorum. Onların da üzerine gözyaşlarım düşüyor. O mektup yazılı kâğıtlarla gözyaşlarımı siliyorum. Mektuplarda sadece ‘sen’ yazıyor. Sana benzetiyorum, sokaktan geçen insanları. Kokuna benzer bir koku aldığımda yolumu kaybederek koku kaybolana kadar kokunun peşinden gidiyorum. O kadar çok özlüyorum ki özlemeye alışmaktan korkuyorum. Seni özlemek bile çoğu şeyden güzel olduğu için alışırsam özlemim azalır mı diye korkuyorum. Sürekli seni arıyorum. Aldığım nefesi bile seninle birlikte almak istiyorum. Kalbinin atışını dinlerken gözlerimi kapatarak uzak yolculuklara çıkmak istiyorum. Aynı bardaktan su içmeyi, aynı yöne ayaklarımızı uzatmayı, aynaya baktığımda arkamda seni görmeyi, diş fırçalarımızın yan yana olmasını, kapının önünde ayakkabılarının olmasını, koltuğun üzerine dökülen saçlarını toplamayı, yağmurun altında birlikte ıslanmayı, birlikte üşümeyi istiyorum. Bir battaniyenin altına, bir çatının altına seninle birlikte sığmak istiyorum. Birlikte yapamadığımız hiçbir şeyi sensiz yapmıyorum. Birlikte yaptığımız şeyleri de sensiz yapamıyorum. Sadece tavla oynamaya çalıştım, bir süre. Her oynamamda senden öğrendiğimi ve bir daha hiç oynamak istemediğimi de anlattım. Yine de öğreneyim ki yine seninle oynadığımızda yenilmeyeyim diye oynadım. Öyle manalı bakışlar atma, bana. Bilerek yenilmeyeceğim, söz veriyorum. Neyse, anlattıklarım birbirine karışıyor. Umarım, kafanı şişirmiyorum. Sesine de çok hasret kalıyorum. Hiçbir ses kaydın yok. Sesini de unutmaktan korkuyorum. Senin sesine benzer bir an bulurum diye kadın sanatçıların bütün şarkılarını dikkatle dinliyorum. Sonunda sesler iyice karışıyor. Aklıma da gelmişken, bir şeyler söyle de sesini kaydedeyim. Uyumadan önce dinlerim.” dedim. O sırada telefonumu çıkarmış ses kaydını açmıştım, bile. Gülümsedi. Ben de gülümsedim. Yine zaman, durmak için en doğru anındaydı ama durmadı. Başlatıyorum dedikten sonra kaydı başlattım. Başlattığımı gördüğünde, “Seni çok seviyorum. Ben hep senin yanındayım.” dedi. O kadar çok mutlu olmuştum ki hızlıca teşekkür edip ses kaydını dinlemek için açtım. Ses kaydı açıldığında önce ateşin içindeki odunların çıtırdamasının sesleri geliyordu. Sonra “Hoop, hemşerim!” diye bir ses ve kayıt orada bitiyordu. Aynı ses arkamdan da gelmeye başladığında çoktan koşmaya başlamıştım. Adam bağırarak kovalamaya devam ediyordu. “Hoop, dur kaçma! Mahallelerimizin ara sokakları bitti, şimdi de mezarlıklara mı çöktünüz? Mezarlıkta ateş mi yakılır? Dur lan!”