‘ Hadi ama ben çok acıktım! ‘

diye seslendi arkamdan. Duymamazlıktan geldim. Çünkü bazen duymamak çok iyi gelir.        ’Kabul ediyorum; karşı taraftan bakınca bu çok sinir bozucu olabiliyor, o zaman karşı taraftan bakmamalıyım bu kadar basit.’ Diye düşünüp gülümsedim. Gözlerimdeki deniz gözlüğünü düzeltip kendimi serin sulara bırakmak istedim. Denize girerken hissettiğim bu sonsuzluk hissini, uçak yolculuğunda pencereden bulutlara bakarken de hissediyordum. Hatta aynı his diyebilirim. Bulutlar ve deniz…Özgürlüğün rengi; maviydi yani.

Zamanın durduğu anlardan biriydi benim için. İlk kez onun istediğini değil kendi istediğim şeyi yapıyordum. Beni güzel bir yere getirip, güzel yemekler söyleyerek kararımdan vazgeçireceğini sanıyordu. Haklıydı belki ama hikâyede unuttuğu bir detay vardı ki: Zaman, mekan kavramından daha önemliydi. Ya da ben öyle olduğunu sanıyordum. Sonsuz soru işaretlerime bir yenisini daha eklemek üzereydim.

Hangisiydi gerçek? Bizler sadece yerimizi değiştirerek hikayemizin akışını değiştirebilir miydik? Tüm bunları gerçekten düşünmek istemiyordum. İşin tuhaf tarafı da ben onları düşünmek istemediğim zaman onların inatla aklıma gelmeleriydi. Tıpkı bir şeker parçasına hücum eden karınca ordusu gibi…

 Denizin içinde yürürken ayağımın altında kayan kumları hissettim. İşte bir benzerlik daha …

Ben onların üstüne bastıkça; onlar da beni içine doğru çekiyordu. Tam ayağımı kaldırıp adım atmak üzereyken bir şeyin bacağımdan beni kavradığını hissettim. Korku içinde çığlık çığlığa bağırdım, fakat o an sesimin çıkmadığını anladım. Ne olduğuna anlam veremediğim bir şey beni denizin içinde ileriye doğru hızla sürüklüyordu. Tüm pişmanlıklarım suyun içine dağıldı o an…Artık yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Kendimi bir teslim oluşa bırakmaktan başka...O kadar hızlı sürükleniyorduk ki denizin tuzu vücudumu yakıyordu. O an şükredebileceğim tek şey ise deniz gözlüğümü takmış olmamdı. Bazen tehlikeyi daha net görmeye ihtiyacımız vardır çünkü. ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masalındaki gibi… O an cesaretimi toplayıp gözlerimi açtım, etrafa baktım. Sanki bir denizaltı metrosunda yolculuk yapıyor gibiydim. Tuhaf bir şekilde eğlenceli bir maceranın tam ortasında buldum kendimi. İnanılmaz bir dünyanın içine doğru gidiyordum. Renkli balık kümeleri, kızıl, sarı hatta; pembe resifler ve yosunlar…Hayranlık verici bir denizaltı dünyasıydı. Ve sonunda durduk. Beni tutan şey; kuyruğu mavi yeşil parıltılı büyük bir balıktı sanırım, ya da bir deniz kızı. Büyük üçgen taştan giriş kapısı olan bir su altı şehriydi burası. Girişin hem sol hem sağ tarafında uzun silindir şeklinde taş sütunlar vardı. Sütunların üzeri yeşil, kırmızı ve altın rengi sarmaşıklarla kaplıydı. Her iki tarafta açılıp kapanan bir kitap şelalesi vardı. Evet evet tam olarak böyleydi. Yeşil ,parlak suyun gücüyle devasa kitaplıkta kendiliğinden yerini değiştiren kitaplar…Korkum yerini şaşkınlık, hayret ve büyülenmeye bıraktı. Artık tedirgin olmayı bırakıp o anın tadını çıkarmaya karar verdim. Peki ben suyun altında nasıl nefes alabiliyordum? Bunun zaten ne önemi vardı ki?

Aklıma gelen tüm soruları elimin tersiyle itip, sadece o anı hissetmek istedim. Bir tane deniz kızı bana doğru gelerek elinde tuttuğu incilerle ve renkli sarmaşıklarla bezenmiş kolyeyi boynuma taktı. O an ona doğru eğilip: Neredeyiz? Diye sordum. Yüzüme baktı uzun uzun …O ana kadar onun bu kadar güzel olduğunu fark etmedim. Parlak mavi gözlerini kocaman açıp: Atlantis… dedi. Sonra elini bana doğru uzattı ve aynı hızla bir anda sahile bıraktı beni. Kumların üzerinde heyecanlı bir şekilde yürüdüm. Nefes nefese kaldım. Ne kadar zaman sonra sahile geldiğimle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Tüm bu yaşadıklarımla beraber zaman ve mekan algım tamamen değişti. Ben o an anladım ki, hikayelerde önemli olan ne zaman ne de mekandı. Elzem olan kişilerdi; bizim yaşadıklarımızdı aslında…

 

 ‘Sevgilim nereye kayboldun öyle göremedim seni? Açlıktan ölüyorum hadi gel hamburger aldım sen seversin diye!’ dedi.

 O an utandım. Çünkü ben onu duymamazlıktan gelirken o benim için bir şey yapmıştı. En azından deniyordu…Bu yolculuk beni gerçekten de acıktırdı ve kendime getirdi. Boynumu kontrol ettim ve kolyenin yerinde olmadığını fark ettim. Yine de üzülmedim. Ayrıca olanları ona anlatamayacak kadar yorgun olmama rağmen; kendimi şanslı ve mutlu hissediyordum.

Paketteki hamburgere baktım. Derin bir nefes alıp:

‘Atlantis…’ diyebildim sadece yorgunluk ve şaşkınlıkla…

‘Evet, yeni açılmış burası’  diyerek paketin üstündeki yazıyı okudu o da: Atlantis Burger…

 

 

                                                                                           

                                                                                                               06/04/2023 Me