Küçükken yuvalarına su döküp boğduğu karıncalar son günlerde aklına gelip duruyordu. Önce bir karınca mezarlığı yapıp dualar etti, hayrına gördüğü karıncalara toz şeker serpti, yine de karıncaların rüyasına girmesine engel olamamıştı. Bazen kendini güneş altında kavrulan bir karınca olarak görüyor ve birden nereden geldiğini anlamadığı bir su baskını oluyor; suyun içinde ters dönüyor, akıntı ile birlikte sağa sola çarpa çarpa ilerliyordu. Küçük çalı çırpıların birine tutunuyor, bulanık suyun içinde rafting yaparmışçasına sürükleniyordu. Bir süre sonra kendini domates hendekçiklerinin içinde görüyor, üstünde durduğu dal parçacığına sıkıca tutunmuş, toprağın suyu emmesini bekliyordu. Birden yukarı bakıyor, birkaç örümceğin domates fidanından sarktığını görüyor; ya örümceklere yem olacak ya da suda boğulacak. Sessizce bekliyor; örümceklerden biri ağına sardığı dal parçasını yukarıya çekiyordu, o da kararsız bir şekilde dalın üzerinde sağa sola gidip geliyordu. Sonra dal parçası düşüyor, domateslerin birinin üzerinde kalıyor, birden bir kumru dalı alıp götürüyor yüksekçe bir binanın üzerine, o da oradan ayrılıp açık bir pencereden eve giriyor, mutfakta soğuk fayansın üzerinde yiyecek bir şeyler ararken küçük bir çocuk onu yerden alıp ayaklarından birini koparıyordu. Yürüdüğünü görünce tekrar alıyor, başka bir bacağını koparıyordu. Artık çocuk sıkılmış olacak ki tam kafasını eliyle koparacak, adam birden uyandı.


Bazen de kendini lunaparkta bir atlıkarınca olarak görüyordu. Neden atlıkarınca olduğunu bir türlü anlamıyordu. Üzerine binen çocuklar gerçekten çok canını sıkıyordu, atlıkarıncadan daha çok eşek gibi hissediyordu kendini, bu da onurunu kırıyordu. Üzerine binen şişko çocuk çok canını yakmıştı, deh deh diye bağırıyordu sanki daha hızlı gidecekmiş gibi. ''Atın en azından bir asaleti olurdu, eşek öyle mi, kim bir eşeğe saygı duyar ki, kocaman dişleri ve dolgun, hüzünlü gözleri, kısa kuyruğu, şişko bir karnı var, kas yok ki hayvanda. Atın kuyruğu bile eşeği cebinden çıkarır. O kaslı bacakları, adaleli vücudu, parlak kırmızımsı rengi ve endamını saymıyorum bile. Başı hep yukarıda, asil bir varlık. Eşek ise hep önüne bakar, ağlamaklı bir suratı var, sanki on kilo bir şey taşımış da ne olmuş, köle ruhlu işte. Karınca olmak bile daha iyi, en azından el aleme rezil olmam, zaten kimse görmüyor. Anlamadığım bir şey var; atlıkarınca ile hiç alakam olmamasına rağmen ve atlıkarıncanın da karınca ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen ben neden bu işkenceyi çekiyorum.’’ diye düşünüyordu


Birden kendini büyük bir binanın önünde görüyordu, üzerinde ‘’Eşekler Mahkemesi’’ yazıyordu. Yanında boz renginde bir eşek, ağzında birkaç evrak parçası tutuyordu. İçeri girdi, karşısında bir kürsüde yargıç. Adam ne olduğunu anlamadan kendini sanık kürsüsünde buldu.

Yargıç yaşlı, siyah bir eşekti. ‘’Eşeklere hakaretten yargılanıyorsunuz.’’ dedi.

Adam şaşkın bir şekilde "Kimseye hakaret etmedim ki ben yargıç eşek bey." dedi

Yargıç:

— Tüm eşeklere hakaret etmişsiniz, atlar ile karşılaştırıp aşağılamışsınız.

Adam:

— Yalan! Neden böyle bir şey yapayım ki, eşeklerle bir derdim yok ki benim, dedi.


Salondakiler- eşekler yani- dikkatlice adama bakıp kuyruklarını sallıyor ve burunlarından soluyorlardı. Sanki hepsi de çok kızgın görünüyordu, adam korkusundan çevresine bakmamaya çalışıyordu.


Yargıç:

— Siz eşekler için kocaman dişleri var, kuyrukları kısa, şişko bir karnı var demişsiniz. Yalan mı bu?

Adam:

— Dedim ama bunda ne var, siz de benim için iki ayaklı deyin; kıllı, maymuna benziyor deyin, fark eder mi? Amma alınganmışsınız siz de.

Yargıç, kızgın bir şekilde:

— Köle ruhlu demişsiniz eşeklere.

Adam:

— Öyle ama ne yapayım yargıç eşek bey, dünyanın kanunu bu, ben mi dedim yük taşıttırın eşeklere, hepsi taşıyor. Hiçbiri de itiraz etmiyor, arada bir hoplayıp zıplayanları yok değil ama onlar da yedikleri dayağın etkisiyle uslanıyorlar bir şekilde.

Yargıç:

— Atlar da yük taşıyor, onlara neden köle ruhlu demiyorsunuz?

Adam:

— Onların bir asaleti var, hem kolay kolay boyun eğmiyor onlar, siz sopa görünce boynunuzu eğiyorsunuz.

Yargıç:

— Kim demiş?

Adam, şaşkın bir şekilde:

— Ne demek kim demiş, kendi gözlerimle görüyorum.

Yargıç:

— Kaç eşek gördün ki sen hayatında?

— Valla bizim eşek var, komşunun eşeği, teyzemin eşeği var öyle birkaç tane.

— Kaçının boyun eğdiğini gördün?

— Bizimki boyun eğiyor sürekli.

— Sadece sizinki öyledir belki, bu da bir şeyi değiştirmez ki.

— …

— Neden susuyorsunuz?

— Düşünüyorum sadece.

— Neyi?

— Bu hikâyeyi nasıl bitirebilirim diye.