İnsanların hayatlarındaki en üzücü olayları söyleyebilmeleri ama en mutlu olayları söyleyememeleri bile üzücü. Soruyorum arkadaşıma, yaşadığın en üzücü an ne? Cevap veriyor bana, babamın ölmesi diye. Soruyorum yaşadığın en mutlu an ne? Cevap veriyor bana babamla zaman geçirmem diye. Bu gerçek bir mutlu an mıdır yoksa kaybettikten sonra kıymetini daha iyi anlama mıdır? Acaba mutlu an yaratmak için kaybetmek mi gerekir, dibe batınca mı yaşamaya başlar insan? Soruyorum başka bir arkadaşıma, en mutlu anın ne? "Bilmiyorum..." diyor bana. Biliyor kendisinin hep bir şeylere tutunmaya çalıştığını. Anlamsız bir hiçliğin içinde yüzdüğünün ister istemez farkında oluyor. Üzgün ikisi de, ama birbiriyle mutlu. Dememiş mi Zerdüşt dağdaki ağaç hakkında, "Lakin bizim görmediğimiz rüzgar, onu hırpalar ve istediği tarafa eğer. İşin kötüsü, biz en çok, görünmeyen ellerle bükülür ve eziyet görürüz." Acaba bunlar da görünmeyen ellerin eziyeti mi? Biz insanlar, yaşamın bir bakış açısından bakarız, bu bakış açısı bitince mi anlayacağız rüzgarı? Değecek mi yaratılmamız tüm bunlara? Beni ben yapınca mı anlayacağım hayatı? Her bakış açısı bitince diyecek miyim, iyi ki yaşamışım böyle? Çok mu karamsarım sence? Hakikat aşığının görevi değil midir farkında olmak? Çok mu sabırsızım bilmiyorum. Sadece anlamak ve öğrenmek istiyorum.