Dinleyerek kalabalıkları, bu kez en derinden

Yaşıyormuşçasına gibi girdabın içinde

Çakıl taşları ses çıkarıyorken

Ayaklar altına alınan yalnızlık, yalnızlığın seslerini çıkarıyorken.

Işıksız bir salonda başladı her şey

Buğulu sesin plaktan akıp koynumuza

Sığ suların karanlık olanıyla

Düşerken.

Dağların yeşil kollarında, güneşsiz sabahlar gibi

Bulvarın güz günleri taşıdığı insanların

Ansızın çıkagelen yağmurda ıslanıp eriyiveren sevgileri gibi.


Düşün ki bir şehirdeyiz

Katille göz gözeyiz,

Uçup gidemeyen yaralı serçenin kanadı olmak için

Kanadın her yaralandığında

Bir serçe gibi kıvranarak

Düşlerde kanatsız bir hiç olarak

Kırılan kanatlar gibi düşler gibi

Bir rüzgârda bir zeytin dalına düşer gibi

Kestane dağının strapoz bir tepesinde

İçimize gömülmüş antik kent yalnızlığı

Ümidin ve şarkıların durmaksızın söylendiği

Çevrili hayallerimizle süslediğimiz

Türkmen anaların dualarını taşıyan

Balkonda izmaritlerin çıplak dansıyla

Kimi zaman doğallık olan, bazen serserice aşağılanan

Limon yaprakları ve bulutların arasındaki güneşe kalakalmış evimiz ve biz vardık.

Önce çıkıp portakal çiçeği kokularına

Tütünü damla damla sindirerek

Yorgun şoförlerin açtığı türküleri

Başımızı yaslayarak camın buğusuna

İşlerdik kelebek camlara üşürdük sonsuzluğa

Vaktin kış olduğunu

Anlarsak

Karın yağmadığına

Hiç yağmadığına gönül kesmiş kırağıların

Ağacı şahit tutardık

Bu bazen incir, bazen kalakalmış selvi demekti.

Başımız eğik de değildi

Azar azar kırbaçlayıp zamanı

Saatleri tükenmiş bilmeyerek mücadelenin gökyüzü ruhuyla

Güvenin değen etimizi yaktığını

Çıkıp kalabalığı yaktığını anlatarak insanlara

Oluşan her kabarcığın üflemiş sıcak nefesiyle sevginin

Taşımış özgürlüğün burçlarına

Anlatamadan, yaşayamadan, kaçak sevgimizin

Bolluğunu daha tadamadan.

Trenlerin istasyona gelişleriyle kesildi çığlığımız


Gözümüzü açıp sokak lambalarının altında

Saçlarımıza sızan rüzgârları

İç çektiğimiz, buhranın aydınlık yüzüyle

Fotoğrafların geçip gittiği, hep bir ağızdan dökülen şarkıların

Geceyi örttüğümüz üşüyen günlerin

İçinde etten, kandan

Ruhumuza yapılan anesteziden

İsyanı bol, aşkın son şehirleri  kadar

Harabe şehirleri kadar

Kalmıştı aklımızın en ücra köşelerinde

İçmediğimiz şarap gibi yıllanmış biz kadar

Meydanları tutsaklığa kapılmış

Şehirlerin

Ve yorarak dizlerimizi çöktüren

Sinsi ölümler boşalan kentin

Toprağa aç yaşamın,

Toprağa doyacağını bilirdik.

Saçlarımıza sızan rüzgârları

Bir daha duymak için

Kara yollarında, uzaklara bağlanan ayaklarımızı

Çözmek için aç bırakılmış bu koşuda

Boğuk kaçışları var hepimizin

Eğimli yağmurların altında.