Elinde siyah renkli poşetle karşı şeritten yavaş adımlarla yürüyordu. Kalabalık meydanda onun suçlu olduğunu bir tek ben biliyor gibiydim. Gerçeği söylemek gerekirse bana da yüzü hep masum görünüyor. Sıcak bir gülümsemesi, içten duruşu ve değer veriyor gibi görünüşü. Acaba Bayan Gizemli de bu hallerini mi sevmişti? Çok arayı açtırmadan peşine koyuldum, tahminlerime göre bügün Bayan Gizemli’yle buluşacakları gündü. Elindeki poşete bakılırsa deli gibi sarhoş olup sevişeceklerdi. 


Bir hafta önce metrobüste gördüğüm bu çiftin peşine takılmış, Bay Uçkur dediğim şahsın yanındaki gizemli, güzel kadında bir şeyler hissetmiştim ve biliyordum, Bayan Gizemli oydu ve beni elbet tanıyacaktı. Bay Uçkur’un birkaç dakika sonra sarhoş haliyle sarılacağı güzel kadın, bugün beni karşısında gördüğünde onun kollarından sıyrılıp bana sarılacaktı. Tut diyecekti ellerimden, ben de seni bekliyordum, diyecekti. 


Derin düşüncelerin içinde boğulurken önümdekiyle de arayı açmamaya çalışıyordum. Bugün her şey açıklığa kavuşacaktı ve Bayan Gizemli’yle onun mezarına el ele gidecektik. Bak, sonunda onu buldum, diyecektim. Ne kadar da ona benziyordu. Onlarca kadında onu aradım ama bulamadım. Bayan Gizemli tüm olanakları karşılıyordu. Gözlerinin içi onunki gibi gülüyordu, dudaklarında beliren masumiyet onu anımsatıyordu. Bu kadar yaklaşmışken bırakamazdım. 


Bay Uçkur beş katlı apartmanın çelik kapısından içeri girerken ben de karşı yolun sokak lambası altında apartmanın pencerelerinden üçüncü kata çıkışını izledim. İki gündür gelmiyordu Bayan Gizemli’nin evine, en son geldiği gün takip etmiş ve kesin olarak evin bu olduğunu anlamıştım. Şimdi kapı açıldı ve içeriye sarılarak girdiler. Çok beklemeyecektim, Bayan Gizemli sarhoşken beni tanımayabilirdi. Bunu da ben kaldıramazdım. 


Birkaç dakika sonra uzun soluklu bir nefesin ardından kapıya yöneldim. Eski bir bina oluşu merdivenlerinden de belli oluyordu. “Ağır ağır çıkacaksın.” demiş bir şair, acaba benim için mi demiş, sanmam. Kaçamak ve utangaç adımlarla çalmam gereken kapının önüne gelmiştim. Uzun bir soluk ve:

— Tak tak!

— Kim o? 

— Benim, Bay Arayan!

Şaşırmış bir halde açtılar kapıyı. Bayan Gizemli, şahsın omzunun ardından bir farklı bakıyordu. Hayır, bu o değildi. 

— Pardon, sanırım evleri karıştırdım. 

Ağır ağır çıktığım merdivenlerden bu sefer hızlı adımlarla iniyordum ve onu bir bakışta daha kaybetmiştim.


— Hadi oğlum, uyan! Geç oldu. 

— O değilmiş anne! 

— Kim değilmiş? Neyse kahvaltı hazır, acele et. 


Sersemlemiş halimle gözlerimi tavana kitlemiş, yeni bir güne merhaba diyecek hali kendimde bulamıyordum. Rüyamda bir arayışı ve sonunda hüsranı betimlediğim için mi bu kadar yorgun düşmüştüm? Ama bu ilk değildi. Çok düşünme yoksa sen de kaybolursun, diyordu içimdeki dostum. Yatağın az ötesinde duran sehpaya elimi uzatıp telefonumu ve altında bulunan kitabımı aldım. Kalkmadan son kez kitabın arka kapağına baktım ve onunla göz göze geldik, Yusuf Atılgan’la. 


Elimde kitabımla kitaplığın yolunu tuttum, iki gün önce aldığım rafa yerleştirdim kitabı ve sanırım artık uyandım.