Dışarı çıktı, evde bunalmaya başladığını hissediyordu. Evden çıkmazsa bu bunalım onu daha kötü bir yer olan "kendi" ne çekecekti. "Kendi" ile kalmamak için kalabalık gerekiyordu. Kalabalığa karışmaya başladığında kalabalık gibi oluyordu. Hep bir yerlere yetişmeye çalışan, hayatı acelecilikte ısrarlı kılan, gözleri yanındaki çınar ağacına değil de vitrindeki son model televizyona takılı kalan, gündelik endişelerden kalplerinin ritmini unutan kalabalık... Kalabalık ona hep yabancı bir gözle bakarken bile hep tanıdık yüzler arıyordu içlerinde. Bu yüzleri tanımıyordu, biliyordu yalnızca. Bilmek tanımak demek değildi. Tanımak acıtmaktı kendi yüreğini. Tanımak bir yansımaydı bir aynadan görünen. Halbuki aynanın arkası vardı ve kimse aynanın arkasına geçmemize izin vermiyordu.