Kafasını yerden almak için eğildiğinde kalbindeki heyecan ellerine varıyor, tüm dikkatini ve ilgisini birazdan kendi bedeninden bir parçaya değecek olmaya odaklamış, titrememeye çalışıyordu. Mesafe kısaldıkça aklına gelenlere ve yaptıklarına bir anlam vermek için çabalıyor gibi duruyordu ancak tüm bedeni merak içinde, bunun nasıl olacağının öngörüsü ve ihtimaliyle dolup taşıyor, ayakta kalabilmek adına tüm sinirlerini ve kaslarını kullanıyordu. Aklına gelen soruların hızıyla eğilme hızı arasındaki bağlantı, tam tersi bir ilerleme gösteriyordu. Eğilip kafasını almaya giden eli gören gözler, yerdeki kafasında gömülüyse onu gören neydi? Bildiğimiz biyolojik göz modelinden oldukça uzak, bilmediğimiz, başka bir formda gören bir şey miydi? Birazdan son bulacak acı veren kavuşmada, dokunduğu cismin hissiyatını kendi kafasında da hissedecek miydi? Peki ya ondan sonra ne olacaktı, yatağından fırlayıp bir rüyadan ibaret mi olacaktı her şey yoksa her şeyin daha yeni başladığı bir anlam karmaşası içinde yeni soruların birbirini kovaladığı bir bilinmezliğe mi yol açacaktı ilk dokunuş? Bunların hepsini ancak saniyeler sonra cevaplayabilecekti; belki de hayır, her şey cevapsız kalacaktı ve onca düşünce bir anda boşluğa karışacaktı. Sonunda eyleminin sonucunu kavramaya yetecek heyecanda bayılmadan kalabilmişti. Dokunmuştu. Kendi kafası olduğunu kavramış, eğilip almaya çalıştığı pozisyonda bir an için duraksayıp kalmıştı. Artık yapması gerekenin ne olduğunu kendi kafasının cevaplaması için biraz daha bekledi ve önce nerede olduğunu kavraması gerektiğini anladı. Soğuk ve ıslak bir yerdi, kapalı bir mekânın verdiği sessizlikle kaplıydı ortam; sarı lambanın sıcaklığı yüzüne vuruyor, artık gözlerinin kafasında olduğunu anlıyordu. Kafası ellerinde, çıplak bedeniyle doğrulmaya çalışırken ufak bir banyoda olduğunu artık bilinci aklına iletmişti. Her şey çok çabuk ilerliyor, panikleme sinyallerini yavaştan parmaklarında hissediyordu. Eski haline dönmek, nereden geldiğini bilmediği yere gitmek istiyordu. Orası neresiyse, buradan daha iyi olacağı kesindi. Yapması gereken, her parçanın ait olduğu yere koyulmasıydı. İşlevini yerine getirecek olan tek çalışabildiği yere, omuzlarının üstüne, boynunun tam ortasına geri dönmeliydi kafası. Bunun için ihtiyacı olan cesaret ve yetenekten önce bir de somut bir cisme, aynaya ihtiyacı vardı. Hatırladığı kadarıyla her zaman bakmaktan nefret ettiği, gözleriyle temas etmekten itinayla kaçındığı, bakmaya çalıştığı vakitlerde yalnızca birkaç saniye dayanabildiği aynaya hayatında hiç bu kadar ihtiyacı olacağı aklına bile gelmezdi. Öyle ya, en çok kaçtığımız şey en çok ihtiyacımız olan şey değil miydi zaten? Loş ve rutubet kokulu ufak banyodan bir an önce kaçmanın yolu tam üstünde duran aynada gizliydi. Sımsıkı tuttuğu kafasını düşürmekten itinayla kaçıyor, olabildiğince hızlı bir şekilde bu işi bitirmek istiyordu. Bedenini aynaya göre çevirdi, hala kafası ellerinde, kendisini aynada görmenin korkusu ve endişesiyle duraksadı, daha önce aklına gelmeyen bir şüphe şimdi kafasında şimşek gibi çakıyordu. Çünkü en başından beridir kendi olduğunun zannettiği kafasını, saçlarını hep arkasından görmüş, suratına dair en ufak bir bilgisi yoktu. Ya kendisinin zannettiği kafa başkasına ait çıkarsa, ya bunca zamandır kendi zannettiği, buna inandırdığı suratın kendisine değil de aslında bir yabancıya ait olduğunu öğrenirse? Bu gerçekle nasıl yaşayabilir, nasıl hayatına devam edebilirdi? Gerçi bunca yıldır zaten bu kafayla yaşamamış mıydı, ne kadar fark olabilirdi ki bundan sonra? Olacaklar yine olacaktı çünkü her şey olması gerektiği için olurdu onun kafasında. Bu da onun yaşam bilinciyle gayet oturaklı bir olay olurdu. Kendini bu bilgilerle ikna ettikten sonra artık zamanı gelmişti yapmanın. Lavabonun kenarına çarpmadan büyük bir dikkatle kafasını göğüs hizasından yukarıya hızla kaldırmış, gözleri yarı açık bir şekilde aynada kendisiyle yüzleşmişti; evet rahatlamıştı, kendisiydi, oydu; yıllardır yarım yamalak baktığı, görmekten kaçtığı kendisiyle sonunda yüzleşebilmişti. Büyük bir rahatlama yaşamış, artık gözlerinin içinde kaybolmaya yetecek kadar uzun süre bakabiliyordu kendine. Kafasını yerine takma zamanı gelmiş, sanki hareketleri kendine ait değilmişçesine büyük bir içgüdüyle kafasını yerine takmıştı. Yıllardır bunu yapıyormuş gibi hissetti, yıllardır her gün işten eve gelip duşa girer, ardından da yere düşen kafasını yerden alıp yerine takar gibi hissetti bir an kendini. Belki de bunu her yapışında yeniden unutuyor, yeniden hatırlıyordu. Bir anlık bir olaydı, hepsi bu. Bedeninin ıslak olduğunu; hafiften üşümeye başladığında, saçından ve bedeninden damlalar aktığında anlamıştı. Ne yapıyordu ayna karşısında kendine bakıp? Yine tüm günün yorgunluğunu banyoda atmaya karar vermiş ve yine kendini aynı yerde gözlerinin içine bakmaya çalışırken bulmuştu. Gözlerindeki korkuyu içinde hissetmiş, hemen yüzünü kaçırmıştı aynadan. İçeriden gelen sessizlik çağırmıştı onu. Kendini geceye bırakmak için sessizce çıkmıştı banyodan.